30 Ocak 2009 Cuma

ÇİN’DEKİ KARAYOLCULUĞU (TRAVELLING BY OVERLAND IN CHINA:4

*Caner Karavit, Gezi Notları:11

YATAKLI OTOBÜS
Türkiye’de geceleri yaptığım uzun otobüs yolculukları benim için hep bir işkence olmuştur. Dar koltuk aralarına sıkışan uzun bacaklarım, sabahın bir an önce gelmesini ve artık hedefe ulaşmayı isterdi. Aksi gibi, fırsatını bulup biraz sızdığım zaman da otobüs mola vermiş olurdu. Moladan sonra tekrar uyuyabilmek için, daha çok emek vermek zorunda kalırdım. Hep şu bacaklarım yüzünden. Şunları bir uzatabilsem daha ne isterim diye düşünürdüm. Bir de, bu otobüslerin yataklısı olsa ne iyi olurdu diye. Merak ederdim, firmaların, tasarımcıların yataklı otobüs hizmetini neden düşünmediklerini. Böyle bir hizmetin varlığına ilk defa Çin’deki İpek Yolu seyahatimde tanık oldum.
Urumçi’den Kuçar’a her zamanki gibi trenle gitmeye karar vermiştik. Ancak, tüm yerler doluydu. Oradaki arkadaşlarımız bize yataklı otobüsü önerdiler. Çin’e ilk geldiğimde böyle bir otobüsün olduğunu duymuştum, ama nasıl bir şey olduğunu bilmiyordum. Türkiye’deki yolculuklarımda düşündüğüm gibi bir otobüste yolculuk yapma fırsatım doğmuştu. Yolculuk sonrası İstanbul’a döndüğümde bu otobüsten arkadaşlarıma bahsedince, birçoğu “biz de böyle bir otobüs olsa ne iyi olur diye düşünmüştük hep” diyerek düşüncelerimi paylaştılar. Demek, sadece ben değilmişim bu otobüslerin taleplisi.

İNSANIN ŞÖYLE AYAKLARINI UZATABİLECEĞİ BİR OTOBÜS OLSA...
Akşam olmuş ve hava kararmak üzereydi. Biletlerimizi alarak otobüs terminaline gittik. Otobüse biner binmez şöför bize bir naylon poşet uzattı. Önce, bu poşetin yolculuk sırasında meydana gelecek mide rahatsızlıkları için bir önlem olduğunu düşündüm. Poşetin işlevi farklıymış. Şöförün hemen yanında ayakkabılarımı çıkarttım ve poşete koyarak koridora girdim. İçerideki yataklar, otobüsün sağında, solunda ve ortasında sıralanmışlardı. Bu üç sıradaki yataklar ranza biçimindeydi. Numaramı bulup yatağıma oturdum. Ancak, gelip geçenler ve yatağına yerleşenlerin oluşturduğu trafik nedeniyle oturmak mümkün değildi. Hemen yatmak durumunda kaldım. Hiç bir otobüs yolculuğunda hemen yatmak ve uyumak gibi bir alışkanlığım olmadığı için bu durumu garipsedim. İnsan önce pencereden çevreyi seyreder, sonra dalgınlaşır ve en sonra da sızar. Ama başka çare yoktu. Zaman erken olduğu için uyumak mümkün değildi. Öte yandan uyumadan yatma ayışkanlığım ise hiç yoktu . Ancak, Çinliler bu durumdan hiç şikayetçi değildi. Hepsi uzanmış, kimisi sohpet ediyor, bazıları kitap okuyor, kimisi de televizyon seyrediyordu. Aslında şanslıydım, yerim hem alt kat hem de pencere kenarıydı. Yastık ve çarşaf pek temiz olmasa da yatak etkeni sevindiriciydi. Yatakların baş konulacak kısımları arkada yatanın ayaklarını soktuğu saç kafesin üstü olması nedeniyle yüksekteydi. Ben de yatarak ayaklarımı uzattım. Ama ne yazık ki yatak kısaydı. Çinlilerin ortalama boylarına göre yapılmış olan yatak boyları, beni yine memnun edememişti. En azından uzanarak yolculuk yapacağım için sevinçliydim. Otobüsün içini incelemeye başladım. Üç sıra yatak grubu vardı. Bir sırada yedi adet ranzalı yatak yani on dört tane yatak vardı. Üç sıra yatak grubunda ise toplam 42 yatak saydım. Bu sayı neredeyse normal otobüslerdeki koltuk sayısı kadar. Böyle bir otobüsün normal otobüse kıyasla zarar yapması mümkün değil. Bunların Türkiye’de de tutacağını düşündüm. Belki tek sorun temizlik kısmının daha zahmetli olmasıydı. Çünkü, her yolculuk sonrası yastık kılıflarının ve çarşafların yıkanması gerekiyor. Ancak, bindiğim otobüsteki nevresim takımı hiç de her yolculuk sonrası yıkanmış görüntüsü vermiyordu.

Otobüs yol aldıktan bir müddet sonra ışıklar söndü ve insanlar uykuya çekildi. Ben pencere kenarında Tarım Havzası coğrafyasının çöllük ve dağlık manzaralarını gecenin donuk lacivert ışığı altında izlemeye koyuldum. Ayak kafesinin içinde sağa ve sola dönüşlerimdeki sıkışmaların yarattığı sıkıntıya rağmen bir müddet sonra sızdım. Ne de olsa böyle bir yolculuğu hep hayal etmiştim. Rüya bile gördüğümü söyleyebilirim. Birden otobüsün ışıklarının yanmasıyla mola yerine geldiğimizi anladım. Dışarıya göz gezdirdim. Bizim dinlenme tesisleri gibi bir yerde konaklayacağımız beklentim boşunaydı. Sıradan bir benzin istasyonuydu.

VAY UYANIK!
Bir müddet sonra otobüs kalktı. Yanımda, orta sırada bulunan bir yatak boşalmıştı. Sanki biraz daha geniş görünüyordu. Biraz daha bekleyip, sahibinin gelmediğinden emin olunca hemen oraya yattım. Otobüs terminalinden biletleri alırken iki farklı fiyat kafamızı karıştırmıştı. Pencere kenarları daha ucuzdu. Nedenini anladım. Ortadaki yataklar daha uzun ve genişti. Neredeyse ayaklarımın uzunluğuna göreydi. Bundan iyisi Şam’da kayısıydı. Yüzümde bir gülümsemeyle uykuya daldım. Birden: “hey” diye bir bağırışla irkilerek uyandım. Ben de ani bir refleksle bağırarak karşılık verdim: “hey”. Karşımdaki Çinli: “burada ne yapıyorsun” der gibi bir şeyler söyleniyordu. Otobüsten inmemiş, şöförle bir müddet sohpet edip uykusu gelince yatağına gelmişti. Yatağında hiç tanımadığı ve yüzünde gülümsemeyle uyuyan bir yabancıyla karşılaşınca da: “vay uyanık” demişti, herhalde. Homurdanarak yerime geçtim. Pencereden dışarı takıldı gözüm. Ay ışığında ilginç dokular oluşuyordu Tianshan dağlarının eteklerinde. Çöl ayazı pencerenin kenarlarından sızıyordu. En son ne zaman yıkandığını bilmediğim battaniyeyi biraz daha çektim kafama. Arka yataktan gelen horultulara inat uykuya daldım.

2 yorum:

Unknown dedi ki...

Farklı yaşam kültürlerinin içinde seyahat ediyor olmak seyyah için bence sahip olabileceği en güzel ayrıcalık.Bunun hakkına verdiğinizi düşünüyorum Caner Hocam.Iyi yolculuklar.

Adsız dedi ki...

çinliler, otobüsü hastane odası gibi tasarlamışlar, daha önce zonda otobüslerini incelemiştim...metal tutacaklar, anlattığınız kafesler...bi kaza anında pek güvenli değil....örneğin tcdd'nin koltukları, metal bir kafesin üstüne yerleştirilmiştir...böylece, trenin gidiş yönüne göre, koltuklar çevrilebilir...bende, bazen ayaklarımı o metal çerçevenin arasına koyduğum olmuştu....yani, tren, otobüs gibi araçlarda, çarpmaya karşı, yumuşak malzemeler kullanılsa ya...