Yolculuğumuzun
güney batı ayağı olan Kuçar’a yataklı otobüsle gidiyoruz. Şoföre biletinizi gösterip ayakkabılarınızı
çıkarıp numaralı yatağınıza yatıyoruz. Otobüs ranzalı yatak sistemi ile
oluşturulmuş, toplamda 24 yatak var. Yatağım ucuz olan yan sıradan ve Çinliler’e
göre yapılmış; kısa ve oldukça dar. Sabaha kadar yatağıma ayaklarımı sığdırmaya
çalışıyorum, ancak nafile. Bir tarafta Tianshan Dağları, öte yanda Taklamakan
Çölü ve geçit vermeyen coğrafi koşulların uzattığı yolculuğumuz on dört saat
sürüyor.
Çölün
Ortasındaki Vaha: Kızıl Mağaraları
Kızıl
Grottoes
Sabahın
köründe Kuçar’a varıyoruz. Gürültülü ve pek temiz olmayan terminaldeki otelde iki
saat kestirmeye çalışıyoruz. Sabah özel bir taksiyle anlaşıp Kuçar’a
73 km uzaklıktaki Çin’in en eski Budist mağara tapınağı olduğu düşünülen Kızıl
Mağaraları’na gidiyoruz. Tianshan Dağları ve Taklamakan Çölü’nün manzaraları ile
bezenmiş yolumuz gözlerimize ziyafet sunuyor. Rüzgarın kum dağları ve tepeciklerinde
yarattığı erozyon heykelleri, uçsuz bucaksız kumul alanlarla esrarengiz ve
irkiltici görüntüler oluşturuyor. Eski dönemlerde, insanların inzivaya çekilmek
için neden bu ıssız, susuz, çorak yerlerde mağaralar kazdıklarını ve buralarda nasıl
yaşadıklarını merak ediyoruz. Ancak, Kızıl Mağaraları’na ulaşan son dönemeçte
birden karşımıza yemyeşil bir vadi ve ırmak çıkınca, sorumuzun cevabını
alıyoruz. MS 3. ve 7. yüzyılları arasında Budist tapınak olarak işlev gören Kızıl
Mağaraları’nı tek tek gezmeye başlıyoruz. ‘Ulusal
Kültürel Miraslar Listesi’ne alınmış, Çin’deki en büyük on mağara tapınakları gruplarından
birisi olan Kızıl mağaralarının duvar resimlerinde, dini olanların dışında av sahnesi,
müzisyenler, dansçılar, bayındırlık gibi konulara da yer verilmiş. Akşam mesai
bitimine doğru rehberimiz geziyi kısa tutunca, itiraz ediyoruz. Sonunda,
rehberimiz detaylı bilgi vermeye ikna oluyor. Mağaraları bitirip, Kuçar’a dönüyoruz.
Akşam, Renmin meydanına çıkıp kendimize bir ‘hotpot’ ziyafeti çekiyoruz.
Ertesi gün antik Subaşı kentinin kalıntılarına gidiyoruz. Bekçinin bile
olmadığı bu kayıp kentin alçak kalıntılar arasında tek ayakta kalan yeri olan
‘Batı Tapınağı’na çıkıyoruz. Çölün ortasındaki bu yerin ıssız ve ürpertici
havası, Subaşı’nın terk edilmişlik duygusunu derinden hissettiriyor. Kente
indikten sonra Büyük Cami’yi ararken Büyük Pazarı buluyoruz ve dolaşmaya
başlıyoruz. ‘Samsa’ yapan bir fırın görüp hemen oturuyoruz. Samsa içine satır
doğrama et konan bir çeşit etli börek. Fırını ise ilginç; kuyu şeklindeki
fırının ortasında ateş yanıyor, kuyunun duvarları da ısıtılıyor. Sonra samsa
hamuru içindeki etle birlikte pişirmek üzere fırının duvarına yapıştırılıyor.
Rastalu’nun Rengarenk Evleri
Colorful houses of Rastalu Street
Bu keyifli pazarı terk ettikten sonra Kuçar’ın tarihini anlatan Quici Müzesi’ni
geziyoruz. Son Quici Kralığı’nın 1927’de Çin’e ilhakıyla bu bölge de Çin’e dahil
olmuş. Çıktıktan sonra sıkı bir restorasyondan geçen eski ‘Rastalu’ caddesini
boydan boya geçiyoruz. Renk yelpazesinin tüm türleriyle bezenmiş eski Kuçar
tarzı ahşap evlerin süslü kapı ve pencereleri, caddeyi adeta bir tiyatro dekoruna
dönüştürmüş. Gece yarısından sonra kalkacak trenimize çok vakit olduğundan
lokantalarda ve sokakta vakit geçiriyoruz. Trafik kazası sonrası tartışan Uygurları
geride bırakıp tren istasyonuna varıyoruz. Uykulu Çinlilerle trenimizi
bekledikten sonra, nihayet Kaşgar’a gidecek trenimize binip yataklarımıza
yerleşiyoruz.
4)Kuçar’dan genel görüntü / General view in Kuchar
5)Kuçar tarzı giriş kapısı / Kuchar style door
6)Kuçar Rastalu sokağından eski bir ev / An old house in old Kuchar street
7) Subaşı eski kent / Subashi ancient city
8)Kızıl Bin Buda Mağaraları / Kizil thousand Buddha Caves