20 Ocak 2009 Salı

HARBİN: Buz Kent-5

*Caner Karavit, Gezi Notları:10

Ayasofya Kilisesi:
Ruslar, gittikleri her yerde yaptıkları Ayasofya Kilisesi’ni burada da yapmışlar. 1907 yapımı kırmızı tuğlalı bu kilise sarmısak biçimli kubbeleriyle klasik Rus mimarisini temsil ediyor. Kilise, Zhongyang caddesine 15 dakikalık yürüme mesafesinde. Kilisenin bulunduğu büyük meydan çevresindeki mimari dokusu ve karla kaplı zeminiyle tam bir Rus etkisi oluşturuyor. Kiliseden gelen ve meydana yayılan klasik müziğin sayesinde kendinizi Çin kentinde değil, bir Rus kentinde hissettik.
İçeri girdiğimizde bizi, Çinlilerden oluşan kilise korosunun Xin Nian Kuai Le yani “yeni yılın kutlu olsun” şarkısı karşıladı bizi. Duvarlarda bilindik ikonalar, kilisenin geçmişteki görüntüleri derken, kubbeli tavanda bir şeyln hareket ettiğine şaşkınlıkla tanık olduk.

O şey her ne şey ise, başaşağı şekilde sanki yürüyor gibiydi. Kubbe çok yüksekte olduğu için seçmekte zorluk çektiğimiz şey, sanki uhrevi bir mucizeyle hareket ediyordu. Fotoğraf makinasının objektifini yakınlaştırınca mucizenin foyası ortaya çıktı. Miki fare biçiminde bir uçan balondu. Bir çocuğun elinden kaçmış olacağını tahmin ettiğimiz ve yukarıdaki hava akımıyla hareket eden bu balon, bizi ve bize katılan çevremizdekileri bir müddet meraklandırmıştı.

Song Hua Nehri:

1932’deki sel baskınında kenti 3 metre yüksekliğinde sel bastıktan sonra 42 kilometrelik set kurulmuş. Burası bir gezi alanına dönüşmüş. Bu alana Stalin Parkı deniliyor. Büyük sel sonrası bir sel anıtı yapılarak buraya dikiliyor. Anıtta, ellerinde bayraklarıyla sanki devrim önderliği yapan kahramanlar betimlenmiş. Ancak, bu kahramanların bu konumda selle nasıl mücadele ettikleri ise merak konusu. Her sene Song Hua Nehri buz tuttuğunda bazı ziyaretçiler buzu delerek nehir sularına dalıyorlarmış. Harbin’in yerlileri buzlu suya dalan bu yabancılara kahraman olarak değil “deli” olarak bakıyorlar. Tamamen donan nehrin üzeri, bir buz eğlence pistine dönüşüyor. Köpeklerin çektiği kızaklar, at arabaları, kızaklı bisikletler, buz kaydıraklar.

Bu seçenekler arasından en kapalı araç olan at arabası seçeneği daha mantıklı geldi bize. Ne de olsa akşam üzeriydi ve nehrin üzeri sıfırın altında 30 belki de 40 civarlarındaydı. Nehrin ortasına doğru ilerledikçe, artan keskin rüzgar, açıkta olan yüz ve ellerimizi adeta kesiyordu. Daha önce buna benzer bir soğuğu Moğolistan’da yaşamıştık. At arabasıyla nehir üstü gezimiz sırasında, karşıya geçmek için buzlanmış nehri yol gibi kullanan insanların beyaz boşluktaki siyah silüetleri etkili bir görüntü oluşturuyordu.

Nehir dönüşümüzde, daha önce girişindeki vitrinin cazibesine kapılarak gözümüze kestirdiğimiz bir Rus restoranına, Tatos’a gittik. Bir Rus kadının işlettiği, kırık dökük piyanosu ve ilginç tuvaletiyle sevimli bir atmosferi olan bir mekandı. Ismarladığımız ev şarabının miktarının ve alkolünün düşük olması hayal kırıklığı yarattı. İyi ki buraya gelmeden önce Rus votkası almışız. Memleket usülü yapıp şarabın içine kattık. İyi gelmiş, içimizi ısıtmıştı votkalı ev şarabı. Dışarı çıktığımızda çakır keyifliğimiz bir müddet gece ayazının ısırgan soğuğuna karşı direndi. Ama bir süre sonra soğuk galip geldi ve ayıldık. Sokak köşelerinde, kent sakinleri ölmüşlerinin ihtiyaçları olan para ve eşyaları öbür dünyaya göndermek için yaktıkları ateşi izlemeye dalmışlardı. Ateşin kıvrak hareketleri, onları geçmişteki hangi anılarına götürüyordu, bilinmez. Soğuk artmıştı. Ertesi gün dönüşümüz erken saatteydi. Otele dönmek üzere adımlarımızı hızlandırdık.

Hiç yorum yok: