22 Ekim 2008 Çarşamba

YUNGANG MAĞARALARI (YUNGANG GROTTOES)-2

*Caner Karavit, Müzeler Dizisi:2






Resim açıklamaları:
1) Yungang Mağaraları'nın bir kısmının görünüşü,
2) 19. mağaradaki 16.8 metrelik oturan Sakyamuni,
3) 12. mağaradaki müzisyen yontuları,
4) 16. mağaradaki Tanyao Mağaralarından birisi,
5) 15. mağaradaki On Bin Buda Mağarası,
6) 13. mağaradaki duvar resmi,
7) 11. mağaradaki Sakyamuni Budası,
8) 9. mağaradaki Buda tasvirleri,
9) 20. mağaradaki Trikala Budası,
10) 3. mağaradaki Buda heykel

YUNGANG MAĞARALARI (YUNGANG GROTTOES)-1

*Caner Karavit, Müzeler:2

Çin'in tarihi Datong kentinin 16 kilometre batısında yer alan Yungang Mağaraları'na ulaşmak için yola koyulduğumuzda, sabahın erken saatleriydi ve oldukça ayazdı. Kömür madeninde çalışan işçilerin yerleştikleri bölgenin içinden geçerek mağaraların bulunduğu yere ulaştık. 2001 yılında Dünya Kültür Mirasları listesine giren Yungang Mağaraları, Çin'in en muhteşem taş oyma eserlerinin bulunduğu üç mağarasından birisiydi. İçeri girmek için bilet alma girişiminde bulunduk, ama bilet gişesi görünürlerde yoktu. Çin'deki bazı müzelerde olduğu gibi, Yungang'ın da bilet gişesi asıl girişten 200-300 metre uzaktaydı. Bu durumu, müzeyi biraz daha meraklandırmak için özellikle yapılan bir uygulama diye düşünmüşümdür (iyi niyetimle)...
Burası, Kuzey Hanedanı döneminde 40 bin işçinin 70 yıldan daha az bir sürede mağaralara oyduğu 51 bin heykelden ve resimlerden oluşmuş açık müze alanıdır. Yan yana sıralanmış mağaraların uzunluğu neredeyse bir kilometreyi bulmaktaydı. Sanırım, Çin Seddi ve Xian'deki Yeraltı Ordusu'ndan sonra en çok işçinin ve zanaatçının çalıştığı yerdi burası. Çin'de her şey dev ölçeklerle tanımlandığı için bu sayıları artık çok bulmuyorum; hele bu "Bahar Bayramı"nda kara yolu yolcu dolaşımının iki milyar kişiye yaklaştığını duyduktan sonra...
Tarihsel kayıtlarda birçok isimle anılmasına karşılık bu mağaraların Ming dönemine kadar ismi, genel olarak Wuzhou Shan mağara tapınağı olarak anılmış. Ancak Ming döneminin sonlarından itibaren Yungang olarak adlandırılmıştır.
Yungang'ın 254 kayıtlı mağarası olmasına rağmen, izlenmeye uygun olan 40 kadarını görebilecektik. Mağaralardaki eserleri biçimsel ve tarihsel açıdan ilk, orta ve son dönem olarak ele almak gerekiyordu. Aslında, sıraya göre gezmek daha mantıklıydı. Ama, Yungang Mağaraları'nın girişinde karşımıza ilk olarak beşinci ve altıncı mağaralar çıkmıştı. O soğukta hiç de sırayı takip edecek durumda değildik ve gezmeye bu orta döneme ait mağaralardan başladık. İlk izlenimimiz orta dönem eserlerin şatafatlı ve titiz oyma işçiliğine sahip olduğuydu. Bu arada, Yungang Mağaraları'ndaki figür tarzının Çin'de bir başlangıç oluşturduğunu da öğrenmiş olduk. Beşinci mağaranın en önemli özelliği, tüm Yungang Mağaraları içindeki en büyük Buda heykelini, 17 metrelik oturan Buda'yı barındırmasıydı.

Mağaraya girer girmez, bu dev Buda insanın üzerinde garip bir etki yaratıyordu.
Şunu da belirtmeliyim ki, bu mağaradaki, broşürlerde pek bahsi geçmeyen duvar resimlerinin farklı tarzlardaki figürlerini izlemek de doyumsuz bir ziyafetti.
Orta dönem olarak tanımlanan mağaralar Hint ve Çin sanatının karışımıydı. Mağaralardaki oymaların özellikle bu dönemde görülen silah, müzik aleti ve elbiselerde Pers, Hint hatta Yunan ve Roma etkilerini görebiliyorduk. Doğu ve batı kapılarındaki bitki motiflerinin ince işçiliğini ve farklı sanatsal geleneklerin kaynaşmasını görmek, çağın farklı kültürel etkilerini yansıtması açısından gerçekten özel bir bilgilendirme olmuştu.

Örneğin yedinci ve sekizinci mağaralardaki Hint tanrıları beş yüzlü, altı kollu Şiva ile üç yüzlü, sekiz kollu Vişnu, birer Çin figürleri olan kartala ve boğaya binmişlerdi. Asya'nın bu iki kadim ve güçlü kültürünü bir arada görebildiğimiz için tam anlamıyla "gözlerimiz bayram etmişti".
Kuzey Hanedanı, Budizm'in ilk başkenti Datong'u birçok Budist tapınma mekânıyla donatmış. Daha önce diğer mağaralarda çalışmış deneyimli sanatçılar Yungang'daki sanatçılara yardım etmek üzere buraya getirilmiş.
16. mağaradan 20. mağaraya kadar olan ilk dönem mağaralarda heykeller diğerlerine göre daha devasa ve sıradışı Buda tasvirleriydi. Boyları 13.5 ve 16.8 metre arasında değişiyordu ve gerçekten etkileyiciydiler. Bu boyut, Budist bir dindar için ne kadar tanrısal bir etki yaratıyorsa, benim için de bir heykeltıraşın böylesi büyük oranlara hakim olması, o kadar hayranlık uyandırıcıydı. Bu mağaraların ilk yapım hikâyesini de ilginç bulmuştum. Söylentiye göre, Kuzey Hanedanı imparatoru, dönemin ünlü Budist rahibi Tan Yao'yla tesadüfen karşılaşır. İmparatorun atı rahibin cübbesini yakalar ve bırakmaz. İmparator da, "Atlar iyi adamdan anlar" diyerek, rahibin tüm ülkedeki Budist etkinliklerin yöneticilerinden biri olmasını ister. Rahip, bugünkü Wuzhou Dağı'nın en üst kayalıkları olan Yungang Mağaraları'nı tapınak alanı olarak seçer. Böylece, imparatorun dua etmek için çıktığı bu yerde büyük bir mağara tapınakları projesi başlatılır. İlk beş mağara bu yüzden onun adıyla "Tan Yao mağaraları" olarak anılmış.

Bu beş mağaradaki Buda heykelleri için, Kuzey Hanedanı imparatorlarının kendisi olduğu söyleniyordu. Her bir hükümdarın yüzü Buda heykellerine uygulanarak, imparatorların kutsal ve dünyevi şeylerin yöneticileri olduğu vurgulanmıştı. Böylece imparatorlar, kendilerini Buda'nın yeniden dünyaya gelmiş bedenleri olarak kabul ettirmiş. Bu da Kuzey Wei Hanedanı'nda Budizm'in devlet dini olarak simgelendiğini göstermekteydi. Baksanıza! Kuzey Hanedanı yöneticileri az kurnaz da değilmiş! Halkı üzerindeki etkisini güçlendirmek isteyen yöneticiler buna benzer taktikleri bugün hala kullanıyorlar.
Bizi şaşırtan ve etkileyen bir başka mağara 15. mağaraydı. Adı "On Bin Buda Mağarası" olarak da geçen bu mağarada gerçekten de on binden fazla küçük Buda heykeli vardı.

Dışarıdan gelmiş bile olsalar, Çin'deki sanat ortamının bu sanatçılara nasıl bir sabırlılık karakteri kazandırdığına bir kez daha tanık olmuştum. Çin'e ilk geldiğimde yapmış olduğum çalışmalardaki acelecilik, zamanla yerini sabırla üretmeye bırakmıştı. Sabır deyince aklıma, Türkiye'nin Konya iline yapmış olduğum bir gezi geldi. Kentteki Mevlana Türbesi'nde tavana asılı, içinde daha küçük iç içe kürelerin oyulduğu futbol topu büyüklüğünde bir mermer küre vardı. Adı "sabır taşı"ydı. Eserin ustası bu küreyi içindeki kürelerle birlikte tek bir parça taştan 13 yıl sabırla oyarak bitirmiş.
Geç dönem mağaralarından edindiğimiz izlenim, Çin tarzı mimari ve süsleme etkilerinin daha belirgin uygulandığı ve Çin sarayı tarzı oymaların Buda heykellerine yansıdığıydı. Çoğu mağaradaki oyma eserlerin Kuzey Hanedanı'ndan kalmış olmasına karşılık, 3. Mağara Sui ve Tang hanedanları döneminde yapılmıştı. Kuzey sonrası geç döneme ait bu mağaradaki heykellerde renk kullanılmamıştı ve baştan aşağı yumuşak bir tarzla betimlenmişti. Figürlerin hacimselliği daha bir ustalıkla işlenmişti.
Yungang Mağaraları'ndaki heykel ve resimler 1500 yıl boyunca, aydınlar ve memurlar sınıfına yakın olan Konfüçyusçular tarafından batıl inancı yansıtan bir çizgi roman gibi değerlendirilerek hor görülmüş. Çünkü, oymalar yabancı bir din olan Budizm'e dayandırılarak yapılmıştı. Bu nedenle, dikkate alınmamış ve gözardı edilmiş. Ta ki, 1903'te Japon akademisyenlerce incelenmeye başlayıncaya kadar... Bu tarihler sonrası, acımasız Batılı sanat tacirlerinin iştahını kabartan Yungang Mağaraları'ndan, ne yazık ki 1400 kadar Buda kafası Çin'in dışına kaçırılmış. Bizim ülkemizin de defalarca başına gelen bu tür talihsiz olayları, tekrar duymak keyfimizi kaçırıyordu.
Yungang ve diğer Kuzey dönemi mağaraları, kim nasıl yorumlarsa yorumlasın (batıl inancın ürünleri olarak, çizgi roman benzetmesiyle olarak vs.), gözardı edilmesi mümkün olmayan yapıtlardır. Ve bu yapıtlar, Çeşitli Hanedanların Çin’in zengin kültürel coğrafyasına hediye ettiği dünya kültürel miraslarıdır.
Mağaralardan ayrılıdıktan kısa bir süre sonra yine kömür madeni bölgesine geldiğimizi gösterin kararmış bir coğrafya karşıladı bizi. Kömür madencilerinin kaldığı barınakların yola bakan kısmı duvarla örülmüştü. Yerleşim mekanları görülmüyordu. Herhalde Kamyonlardan dökülen kömür tozları yerleşim mekanlarına ulaşmasın diye örülmüş bir duvardı. Mahalle aralarına girdik. Dunhuang mağaraları kurtulmuştu ama, duvara rağmen madencilerin yerleşiminde kömür tozlarının neden olduğu bir karaltı vardı. Maden alanına ulaştık, bir kaç işçi dışarıda çalışıyordu herhalde geri kalanların hepsi madendeydi. Akşam Datong'a dönerken, maden bölgesinden gelen yüzlerce bisikletli yolu kaplamıştı. Başlarında madenci miğferleriyle, kararmış yüzlerinde sadece beyaz dişleri ve gözlerini görebildiğimiz madenciler evlerine dönüyordu.

17 Ekim 2008 Cuma

TAŞ YAZITLAR ORMANI (STONE FOREST MUSEUM)-2







Resim açıklamaları:
1) Kaplumbağa altlıklı taş yazıt
2)Huifu Tapınağı tableti, yükseklik: 249 cm. (488)
3) Sarı Nehir'in taşmaları konusunda bilgilendirme tableti, 16.yüzyıl
4)İsyancı Zhang Hualong'a anıt tableti, 1910
5) Çinli usta tarafından tabletten tıpkıbasım alınıyor,
6) At bağlama taşları,
7) Kaligrafi sanatçılarından tablete kazılmış bir örnek,
8) Bir tablet başlığı,
9)Uzun ömrün simgesi Kaplumbağa altlıklı taş yazıtlar,
10) Kapaklı taş mezar,

TAŞ YAZITLAR ORMANI (STONE FOREST MUSEUM)-1

*Caner Karavit, Müzeler:1

Xi’an kent surlarının kenarından Shuyuanmen Caddesi'nin sonuna (yani doğusuna) yürüdüğümüzde, nihayet çok merak ettiğimiz "Taş Yazıtlar Ormanı"na yani müzesine vardık. Bu müze kent duvarlarının güney kapısına yakındı. Bu arada, güney kapısına tren garından 232 nolu otobüsle gidildiğini belirtelim hemen. "Taş Yazıtlar Ormanı Müzesi" 1087'de Kuzey Song Hanedanı (920-1127) döneminde yapılmış ve dönem boyunca Konfüçyus Tapınağı olarak kalmış. Shaanxi Eyaleti'nde geniş bir alan içinde bulunan bu taş yazıtlar korunmak amacıyla bu müzeye getirtilmiş ve taşların çokluğu nedeniyle de "orman" olarak tanımlanmış. Müzeye getirtilmelerinin başka bir amacı da bu müzeyi bölgenin en önemli müzesi haline getirmek. Fakat, bölgede “Yeraltı Ordusu”nun bulunması bu müzenin önemini ikinci plana atmış. Bu müze, aynı zamanda bir çok ünlü kaligrafi sanatçısının eserlerinin taşlara yazıldığı bir eski Çin kaligrafi sanatı sarayıdır. Bu yazıtlar biçimleri doğrultusunda dört sınıfta toplanabilir; ayaklı ve başlıklı taş tabletler, kapaklı mezar taşları, üzerine sutralar yazılı köşeli sütunlar ve kare veya dikdörtgen formlu taşların üzerine kazılmış ünlü kaligrafi sanatçılarının eserleri.

Bu müzede, Han Hanedanı'ndan (M.Ö.206-M.S. 220) Çin Cumhuriyeti dönemine (1911-1949) kadar olan 2000 yıllık süre içinde yapılmış 3 bin kadar taş yazıt toplanmış. Bu taş yazıtların içerikleri çoğunlukla Kofüçyus öğretileri, feodal toplumun entelektüelleri için kitaplar, ansiklopediler, tarih kitapları, şarkı sözü kitapları gibi birçok konuyu kapsıyordu. Bu taş yazıtların içinde 9. yüzyıla tarihlenen en eski olanları, 114 adet arkalı önlü yazılmış Konfüçyus klasikleriydi. Bu taş yazıtların zanaatçılığına hayran olduk. Ancak, diğer yandan kağıt yapımıyla ünlü olan ve kağıt üretim tarihi çok eskiye dayanan bir kültürün neden yazılı belgelerini taşlara kazıdıklarını anlamak güçtü.
Müzeyi gezerken yalnızca yazıtları değil sessizliğini, eskiliğini ve ilginç kokusunu hafızama kaydettim. Çok miktarda taş yazıt olmasına rağmen, zaman zaman gözümüze çarpan ilginç konuları not ediyorduk. Örneğin, 873'te İmparator Xuanzong'un yazdığı "Evlada yakışan hürmet üzerine bir klasik"i içeren yazıt. Galiba, imparator evladından çok çekiyordu ki, sonunda nasıl hürmet görmek istediğini taşlara bile kazdırdı. Bir başka yazıt ise, Sarı Nehir'den dertli olanlar içindi. 16. yüzyılda yapılmış taş yazıtta, Shaanxi bölgesindeki Sarı Nehir'in taşmalarının 14. yüzyıl ve Ming dönemi nehir taşmalarının dokümanları ve taşmalara karşı öneriler yazılıydı. Herhalde nehir taşmaları sonucunda kağıt belgeler zarar görebileceği için bilgileri taşa kazımışlardı. Kağıt olsalardı belki günümüze ulaşamayacaklardı.

Bir başkası ise, Hıristiyanlığın Çin'e ilk girdiği tarihlerde Nestoryan Hıristiyanlığa yapılmış övgüleri içeren yazıttı. Yuan Hanedanı (1279-1368) döneminde yasaklanıp toprağa gömülen bu tonlarca ağırlığındaki taş yazıt, Hıristiyanlığın serbest kalmasına kadar çıkartılamamış. Ancak, Hıristiyanlık serbest kaldıktan sonra da, bu sefer çok ağır olması nedeniyle uzun süre toprak üstüne çıkarılamamış. Nihayet Ming Hanedanı (1368-1644) döneminde bazı teknikler geliştirilerek toprak üstüne çıkarmışlar yazıtı. Gördüklerimizin içinde en ilginç olanı, bir isyancının mezar kitabesi idi. 1906 Qing Hanedanı'na (1644-1911) tarihlenen yazıt, imparatorun yol ve tuz vergisine karşı çıkan köylüleri isyana sürükleyen bir önderin asılması üzerine yapılmış. Köylüler, imparatora verecekleri vergi parasıyla asılan önderlerinin mezar yazıtını yaptırmış.

Müzenin özelliklerinden birisi de istediğiniz taş yazıtın tıpkıbasımını alabiliyorsunuz. Müzenin görevli ustası taş yazıtın boyutunda bir Çin kağıdını nemlendirerek kağıdın taşa yapışmasını sağlıyor. Daha sonra mürekkepli bir süngerle kağıda tamponlama usulüyle mürekkebin geçmesini sağlıyor. Biz bu işlemi görünce içimiz titredi. Bunca yıllık tarihi bir eseri hiç tereddütsüz mürekkeple boyuyorlardı. Ancak, işin diğer tarafını düşünürsek taş damga baskılar Çin kültürünün en eski ürünleridir. Bu yöntemle tüm taş yazıtların tıpkıbasımlarının yaygınlaşmasını da sağlıyorlar. Ve sonuçta bizim de elinize taş yazıtın bir tıpkıbasım örneği geçmiş olacaktı. Endişemiz kalmamıştı. Biz de isyancı köylü önderinin mezar kitabesinin tıpkıbasımını istedik.

Görevli kadın aslında yazıtın çok ilginç olduğunu ama popüler olan Konfüçyus’a ait yazıtların dışında ilk defa birisinin bu yazıttan tıpkıbasım istediğini söyledi. Bu keşfimiz nedeniyle de bizi tebrik etti. Köylü nüfusunun bu kadar yüksek olduğu bir ülkede bu yazıta ilgisiz kalınmasını anlayamamıştık. Görevli kadın kısaca şöyle açıkladı: "Köylüler müzeye gelmez ki".
Müzenin diğer bir ilginç eser serisi “at bağlama taşları”ydı. At sahiplerinin ve mekan sahiplerinin kendileri için veya misafirler için yaptırdıkları ve evlerinin önüne diktikleri yaklaşık 1,5 metre yüksekliğindeki bu at bağlama taşlarının herbirisi titiz yontu işçiliğin güzel örneklerini oluşturuyordu. Bu dikme taşlar Çin’in kuzey bölgesinin önemli folklorik sanatlarından birisidir.
Çoğunluğu, uzun ömrü simgeleyen kaplumbağa heykellerinin üzerine oturtulmuş yazıtları izlemeyi bitirdikten sonra sessiz ve ilginç kokulu bu müzeyi terk ederek yeniden Xi’an sokaklarına daldık..

15 Ekim 2008 Çarşamba

Lİ NEHRİ (LI RIVER)-2: Çin’in Mavi İpek Kurdelası







Resim açıklamaları:
1) Tepeler yeşim taşından saç iğneleri gibi yükselirken,
2) “Dokuz At Resimli Tepe”
3) Li Nehri kıyıları
4) Li Nehri mavi ipekten bir kurdela gibi kıvrıla kıvrıla akar,
5) Yanshuo kasabası,
6) Yanshuo’da köy evleri,
7) Ayna ve makas şeytanı bekler,
8) Yaşlı köylü kadın ve tabutu,
9) Yanshou yakınlarındaki küçük gölde balıkçı, bambu sal ve uyanık balıkçıl kuşu
10) Bu resmin ne olduğunu bilmiyorum, köy evinin duvarında asılıydı.

Lİ NEHRİ (LI RIVER)-1: Çin’in Mavi İpek Kurdelası

*Caner Karavit: Gezi Notları:7


Guilin’e geldiğimizin ertesi günü rüya gibi bir gezi bizi bekliyordu. Guilin’den Yangshuo kasabasına kadar Li Nehri üzerinde yapacağımız 83 kilometrelik bir tekne yolculuğu. Yolculuğumuz dört saat sürecekti. Nehir gezimiz boyunca daha önce bahsettiğim 5A, 4A, 3A dereceli manzaralardan örnekler olacaktı.Li Nehri, Guilin’in kuzeyindeki Cat Dağı’ndan doğup 170 kilometrelik bir yolculuk yapıyor. Gezimize başladığımız Mopan Tepesi’nden itibaren karşımıza sivri, acayip, heykelsi, çağrışımlara açık biçimleriyle kayalıklar gösterisi başladı.
Gerçekten broşürlerdeki tanıma aynen uyuyordu: “Yüz kilometrelik Li Nehri, yüz kilometrelik sanat galerisidir”. Sempatik rehberimiz, bir anını bile kaçırmak istemediğimiz bu manzaraların içinden üç önemli noktayı işaretledi. Birincisi, nehir gezisinin yaklaşık birinci saatinde karşılaşacağımız
Yangdi Köyü ve çevresinin manzaraları. Tüm nehir boyunca yapmış olduğumuz gezintiden büyük keyif alırken, aralara serpişmiş panoramik sahneler geziye zenginlik katıyordu. İkinci önemli manzarayla yolculuğu yarıladığınız zaman karşılaşıyorsunuz. Bu manzaranın ismi ilginçti: “9 At Resimli Tepe”.
Rehber karşımıza çıkan tepedeki bu beyaz lekelerin dokuz tane ata benzediğini söyledi. Ben zorlayarak beş tane gördüm, rehberse itiraf etti ancak üç tane görebilmiş. Rehberimiz Çinli olduğuna göre benden daha fazla at görmeliydi, ama daha az görmüştü. Daha önceki “Çinlilerin düş gücünün fazla olduğu” tezim burada tutmamıştı. Üçüncü başyapıt manzaraya gelmeden az önce yemek vaktinin geldiğini belirten zil çalınca hemen aşağıya, kapalı bölmeye indik.

Altı kişilik masanın ortasına konan tabaklardan servis yapıldığından, yemekler çabuk tükeniyordu. Karnımız çok acıktığından 20 yüenliklerin arka kısmına konu olmuş eski Xingping kasabasının yakınında bulunan Xingping manzara bölgesini izlemekle yetindik. Ortadaki tabaklar bir anda silip süpürülmeye başlanınca, insanın gözü manzara falan görmüyor. Böylece, ne fotoğraf ne de video görüntüsü alabildik. Manzarayı geçtiğimizde sofradaki tüm tabaklar silip süpürülmüştü.

Dört saatlik nehir gezimizin son dönemecini geçer geçmez karşımıza birden çıkan Yangshuo kasabasının görüntüsü hepimizi şaşırtmıştı. İskeleye ayak bastığımızda bizi çok şirin bir kasaba karşıladı. Sağlı sollu elişi ürünlerin satıldığı dükkanların, kafelerin, çayhanelerin önünden geçerek şirin Yangshuo parkında kısa bir ara verdik. Buralara gelmeden önce, gezmeye gelen yabancıların buralara hayran olup kaldığını duymuştuk. Gerçekten öyleydi; Avrupa’dan gelen yabancıların bir kısmı kafe, bir kısmı lokanta açmış ve artık yaşamını burada devam ettiriyordu. Ortasındaki küçük gölü, Çin tarzı köprüsü ve çevredeki grotesk Xi ve Pantao tepeleriyle Yangshuo parkı yorgunluğumuza ilaç gibi gelmişti.
Kısa bir dinlenme arasından sonra, gezimize Yangshuo yakınındaki yörenin tipik bir köyüne ziyaretle devam ettik. Köye girdiğimizde yaşlı bir kadın bizi evine davet etti. İçeriye girerken kapının üzerinde asılı ayna ve makas detayı dikkatimizi çekmişti. Kötü ruh veya şeytandan korunmak içinmiş. Kötü ruh içeri girmek istediğinde aynada kendini görecek sonra da korkup bayılacakmış. Sizde makası alıp ona saplayınca kötülüklerden kurtulmuş olacakmışsınız. İçeri girince büyük bir Mao resmiyle karşılaştık. Resmin etrafında tütsüler yakılmıştı. Kentlerde her ne kadar Mao’ya dair izler belirsizleşmeye başlamışsa da, devrimle birlikte yapılan toprak reformları nedeniyle Çin’deki köylüler hala Mao’ya adeta tapıyorlar. Geçenlerde toplanan Çin Meclisi’nin eski toprak reformları üzerine yapacağı yeni düzenlemelerle, köylülere eşit olarak dağıtılan ve babadan oğula geçen toprak mülkiyeti yasalarında ciddi değişiklikler bekleniyor. Bu değişiklikler için bizi evine davet eden yaşı seksenlere gelmiş köylü kadının ne düşündüğünü bilemiyorum. Ancak, bizi bir odaya götürdüğünde şaşırdık. Odada kadının ve kocasının yaptırdığı tabutlar bulunuyordu. Köyde 65 yaşını geçen herkes tabutunu yaptırıyormuş. Tabutun yanına geçip fotoğraf çektirmesi bizim için hüzünlü bir tabloyken, onun içinse sadece yaşamın bir parçasıydı. Köyden ayrılırken kendi tabutuyla barışık yaşayan yaşlı kadını düşündüm. Yeni konakladığımız yer köye biraz uzak, küçük bir göldü. Bu gölde, bambudan yapılmış tekneler göle gezmeye gelenlere tur attırıyorlardı. İçlerinden birisine binip gezmeye başladık. Bizimle beraber İspanyol çift, tekne sürücüsü ve gezi süresince Zhuang milliyeti kıyafetleriyle şarkı söyleyen bir kız vardı. Bir ara bizden de şarkı söylememizi istedi. İspanyol çift bilmediklerini söyleyip bu işi bize bıraktı. Ben rezalet sesimle ve bildiğim Çince sözcüklerle şarkı söyledim. Zhuang’lı kız bu başarılı! girişimim nedeniyle küçük elişi bir heybeyi ödül olarak boynuma astı.
Bir ara teknemizin yanına gelen bambu saldaki balıkçı eğittiği balıkçıl kuşlarıyla balık yakalama gösterisi yaptı. Daha önce Guilin’de de gördüğümüz balık yakalama işleminde yine kuşlar göle dalıp gagalarından boğazına kadar aldıkları balıkla çıkıyorlardı. Yerli balıkçı da kuşların boğazını hafif sıkarak balığı gagadan dışarıya alıyordu. Kıyıya döndüğümüzde artık geri dönüş vakti gelmişti. Bu gezimiz Çin’de yaptığımız diğer gezilerden başkaydı. Daha önceki gezilerimizin amacı olan tarihi ve kültürel mekanlardan farklı olarak doğal manzaraların büyüsüne kapılmıştık.
Birçok Çinli şairin, romancının ve ressamın konusu olmuştu Li Nehri. Özellikle Çin’de en çok resmi yapılan manzaralar Li Nehri’ne aittir. Li Nehri’ni terk edip kara yoluyla Guilin’e dönerken Tang Dönemi ünlü şairlerinden Han Yu’nun şiiri “Çinlilerin düş gücünün fazla olduğu” konusundaki düşüncemi yeniden canlandırdı;

“Tepeler yeşim taşından saç iğneleri gibi yükselirken,
Li Nehri mavi ipekten bir kurdela gibi kıvrıla kıvrıla akar.”

13 Ekim 2008 Pazartesi

GUILIN

*Caner KARAVİT, Gezi Notları:6

Guilin Havaalanı o güne kadar gördüğümüz en küçük havaalanı idi. Bizi şehir merkezine götüren otobüsün geçtiği güzergah bu turistik kentin güzelliklerine dair ipuçlarını vermeye başlamıştı bile. Karşımıza aniden düzlüklerin ortasından çıkan heykelsi ilginç sivri tepeler sıra dışı görüntüler oluşturuyordu. Guilin, Çin’in güneyinde Guangxi Zhuang eyaletine bağlı ve Çin’in en turistik kentlerinden birisi. Bu eyalette ağırlıklı olarak Zhuang, Miao, Yao ve Dong milliyetleri yaşamakta ve bu toplulukların kültürel etkileri görülmektedir. Guilin izlenmesi önerilen farklı kategorilerde manzara derecelerine sahip. Örneğin 5A derecesine sahip iki manzara bölgesi var: meşhur Li Nehri ve MerryLand. 4A dereceli on bir manzara bölgesi var: Fil Tepesi, Dört Göller Manzarası, Kamış Flüt Mağaraları gibi yerleri kapsıyor. 3A dereceli manzaralara ise, Ming Kralı Kalesi’ni, Zi Nehri’ni, Yangshou Parkı’nı ve Yao dağı manzarasını örnek verebiliriz. Bu arada, A sınıflandırmaları için bir açıklama yapmam iyi our diye düşünüyorum. 5A en yüksek fakat çok nadir değer görülen bir sınıf. 4A çok önemli yerlere biçilen değer. İşte bu 5A ve 4A sınıfına dahil olan bir çok manzaraya sahip Guilin. Bu kadar çok manzaraya sahip kentte merakla görmek istediğimiz ilk yer meşhur Li Nehri idi. Kentin en hoş yerlerinden olan Zhengyang yaya caddesine yakın otelimize yerleştikten hemen sonra hemen küçük bir tura karar verdik. Guilin’in turizm geçmişi eskiye dayandığından havaalanından itibaren kent içi ve kent dışı turların iyi organize edildiğine tanık oluyorsunuz. Şunu da belirteyim ki, diğer Çin kentlerine göre pahalı bir kent. Küçük bir minibüsle turumuzun ilk durağı olan Li Nehri’nin kenti ikiye ayıran kısmına geldik. Nehrin bir tarafı modern yapılarla kaplı iken karşı taraf virane ve terkedilmiş görüntüsü veren yapılarla çevriliydi. Eski zamanlarda buralarda oturan köylüler, zamanla nehrin kenarındaki yapıların değerlenmesi sonucu bugün zengin konumuna sahip olmuşlar. Nehre gelip bambu sallarla gezmemek olmazdı. Ama sala bir saatlik süre için verdiğimiz para Guilin’in pahalı olduğunun ilk işareti idi: 100 yüen. Yine bambu sırıklarla yüzdürülen salın ilk durağı Guilin’in simgesi haline gelmiş Fil Tepesi idi.
Nehrin içine taşan bu tepe ismini, Li Nehri’ne hortumunu uzatan bir fil biçimine sahip olması nedeniyle almış. Ancak, bana kalırsa hortumu dışında file benzeyen bir tarafı yoktu. Fil Tepesi’nin çevresini dolaştıktan sonra sıra nehrin kenarındaki Kaplumbağa ve Şeftali tepelerine geldi. Hadi Kaplumbağa Tepesi’ni kabul ediyorum ama Şeftali Tepesi’nin bu adı nasıl aldığını anlayamadım. Anladığım bir şey varsa, o da Çinlilerin düş gücünün fazla olduğuydu. Çin’deki gezilerin sırasında çevrelerindeki yaşama dair her şeye bir anlam yüklemeleri, imge dünyaları hakkında bana güçlü ipuçları vermiştir. Bu arada, bambu salla geri dönerken nehri “avucunun içi” gibi bildiğini sandığımız sal kaptanımız bizi kayalıklara bindirdi. Sal yan yattı ve batmaya başladık. Çevredeki bir sal bize doğru yardıma gelirken, bizim kaptana dönüp Türkçe: “Hem dünyanın parasını aldın, hem de salı batırıyorsun. Ben de bunu belgeleyeyim de gör” deyip fotoğrafını çektim.
Tüm söylediklerimi anlamış gibi utandı. Karaya sağ salim ayak bastıktan sonraki durağımız Ming Prensi Konağı ve Yalnızlığın Güzelliği Kayası idi. Nefis bir bahçe içine yapılmış konağın müzesini ve parklarını gezdikten sonra buranın en ilginç yeri olan
Yalnızlığın Güzelliği Kayası’na yöneldik. Düz alanın ortasında karşınıza dikilen bu kaya ilginç bir görüntü oluşturuyor. Yukarı çıkarken sık sık karşılaştığımız Çin kaligrafi sanatından örneklerin oyulduğu kayalar bize keyifli bir sergi sunuyordu. Bu kayanın zirvesine merdivenlerle tırmanıp kenti kuşbakışı izledik. Adının neden Yalnızlığın Güzelliği olduğunu ise tepede uzaklara doğru dalıp giderken anladım.

Zirvedeki çayhaneye oturup kentin ismini aldığı çiçeğin yani “Gui Hua”nın çayından içtik. Bu çiçeğin bir çok hastalığa da iyi geldiği söylenmektedir. Aşağı indiğimizde konak içindeki galeride Öğretmenler Üniversitesi hocalarının yapmış olduğu Li Nehri manzaralı resimleri izledik. Bu turumuzu tamamlayınca sıra “Dört Göller Manzarası”nı görmeye gelmişti. Yeni turizme açılmış ve Li Nehri’nin suyunu yönlendirerek yapılmış birbirine bağlı suni dört gölcükten oluşmuş. Ne yalan söyleyeyim, ben dört tane göl göremedim. Dedim ya, Çinliler’ in imge dünyası… Bu gölcüklerin üzerinde 30 farklı köprünün altından geçtik. Köprülerin hepsinin altında rölyefler ve resimler vardı. En ilginç köprü ise camdan yapılmış köprüydü.
Özellikle köprünün gece aydınlatılması düşsel bir atmosfer yaratıyordu. Gece aydınlatmasından bahsederken Li Nehri’nin ve Dört Göller’in ışıklandırmalarının kentin gece dokusuna nasıl bir etki yarattığının görülmeye değer olduğunu söylemeliyim. Tabi ki, Shan Gölü üzerindeki çifte pagodoyu da unutmamak gerek. Her kente geldiğimizde yaptığımız gibi kente ve yöreye özgü gösteri sanatlarını izlemek için araştırmamızı yapmıştık. Gece Li Nehri Tiyatrosu’daki Azınlık Milliyetleri Şarkı ve Dans Grubu’nun sahneye koyduğu “Etiğe Dair Bazı Şeyler” isimli gösteriyi izledik. Zhuang, Miao, Yao ve Dong milliyetleri’nin folklorik temalarının yanında Çin akrobasi sanatının da gösterildiği oldukça hoş bir gösteriydi. Gitmeyi istediğimiz bir diğer gösteri “Impression Liu San Jie”di. Ancak gösteri Guilin dışında Yangshou bölgesinde olduğu yapıldığı için gidemedik. Li Nehri üzerinde geceleyin rüya gibi ışık oyunlarıyla yapılan bu gösteriyi yolu düşenlere tavsiye ederim. Vcd’siyle yetindiğimiz bu gösterinin yönetmeni ünlü sinama yönetmeni Zhang Yimou’du. Zhang Yimou’yu Pekin Olimpiyat Oyunları’nın açılış ve kapanış gösterilerinden tanıyoruz. Hem olimpiyatı hem de Türkiye’de sinemalarda oynayan “Hero” filminin yönetmenliğini yaptı. Gösteriden sonra Guilin’in Li nehri’nin gece büyüsüne kapılmak için bir tekne gezisi yapmaya karar verdik. Belli ki sabah bindiğimiz teknenin batma tehlikesi geçirmesi bizi yıldırmamıştı. Teknemiz ilerledikçe çevremizde beliren balıkçı sallarındaki eğitilmiş balıkçıl kuşlarının nasıl balıkları avlayarak sahiplerine teslim ettiklerine şahit olduk. Balıkçıl kuşları istediklerinden değil zorunluluktan balıkları sahiplerine teslim ediyorlardı. Öncelikle sala ayaklarına bağlı bir iple bağlanmışlardı. Öte yandan, avladıkları balıkları yutmasınlar diye boğazlarına bir halka geçirilmişti. Balıkları bu halka nedeniyle yutamadıklarından balıkçıya teslim ediyorlardı. Ancak, uyanık balıkçıl kuşları da vardı. Halkaya rağmen yutabilecekleri küçüklükte balık yakalayıp sahibinin bağırışlarına aldırmadan yutuyorlardı.
Saat ilerlemiş ve uykumuz gelmişti. Sabah başka bölgeleri gezmek için erken kalkacağımızdan pansiyona yöneldim. Guilin her mevsim nemli bir kenttir. Yazın sıcak ve nem birleşince sıkıntı verici bir hava oluşuyor. Bahar başlangıcı en ideal zamanlarından birisi olmasına karşılık yine de nemliydi. Odam daha da nemliydi, yatak ise adeta ıslaktı. Bir an önce yatağımı ısıtmak üzere yattım. Ancak, ne ısınıyor ne de kuruyordu. Dışarıda hafif hafif yağmur yağarken, taksicinin arabasından keyifli bir Çin müziği yükseliyordu. Ortamın uyku getiren etkisinden yararlanıp, yatağın kurumasını beklemeden uykuya daldım.

11 Ekim 2008 Cumartesi

Xİ'AN'DA SURİÇİ (ANCIENT CITY WALL IN Xİ'AN)-2

*Caner Karavit, Gezi Notları:5






Resim açıklamaları:
1) Tang Dönemi Tiyatrosu'nun gösterisinden bir an,
2) Gösteri sonrası "la mi yen" krizi,
3)" Yorgan Kapı"lı tek göz göçmen evinin gece görüntüsü.
4) Xi'an surlarının girişi,
5) Shuyuanmen Caddesi'nde kaligrafi yazılıp satıldığı tezgahlar,
6) Xi'an çan kulesi,
7) Xi'an Müslüman Mahallesi'nin girişi,
8) Müslüman Mahallesi'nden bir görünüş,
9) Dışı Çin, içi Arap tarzı Xi'an Küçük Camii,
10) Bu bir şey değil! Ben bunun iki mislini bisikletle taşıyanlarını gördüm.

Xİ'AN'DA SURİÇİ (ANCIENT CITY WALL IN Xİ'AN)-1

* Caner Karavit, Gezi Notları:5
İpek Yolu'nun başlangıcı olan ve 11 hanedana başkentlik yapmış olan Xi'an, önemli kültürel etkinliklerin yaşandığı bir merkezdir. Bu dönemlerden birisi de (hatta Çin kültürünün rönesansı diyebileceğimiz), hiç şüphesiz Tang Hanedanı (618-907) dönemidir. Xi'an'daki ilk gecemizde bu dönemin kültürel atmosferini solumamızı sağlayan bir etkinlik vardı: Xi'an Tang Hanedanı Tiyatrosu.

Tiyatroya vardığımızda gösterinin başlamasına az kalmıştı. Tiyatronun içi eski ve göz alıcı bir tarzda döşenmişti. Sandalye ve masaların olduğu küçük localarda istenirse yemek de yenebiliyordu. Hemen sahnenin yanına yerleştirilmiş olan orkestranın geleneksel çalgılarını da görebiliyorduk. Çin’deki gösterilerde edindiğim izlenimler sonucu, Çinli izleyicilerin bize göre farklı özelliklere sahip olduğunu söyleyebilirim. Öncelikle, gösteri sırasında konuşmak, gürültü etmek, telefonla görüşmek gibi bizde tepki görecek bazı hareketlere karşı esnek davranıyorlar ve bu davranışlar Çin’deki gösteri ortamları için oldukça sıradan. Ayrıca, geleneksel Çin operalarından kalma bir alışkanlıkla beğendikleri bir sahne için coşkuyla “hao” yani “iyi” diye bağırıyorlar. Bu gösteri de, Çin’de gittiğim her kentte tanık olduğum gibi, sahneleme açısından oldukça başarılıydı. Şunu da belirtmeliyim ki bugüne kadar Çin’de gittiğim hiç bir gösteri vasatın altında değildi. Tang döneminin müzikleri, kostümleri, maskeleri ve danslarıyla çok renkli bir gece yaşadık.

Uzun süren gösteriden çıkınca karnımız acıkmıştı. Çünkü, yemekler pahalı olduğundan gösteri başlangıcında basit bir iki şey ısmarlamıştık. Sokak aralarına dalarak salaş bir lokanta bulduk ve artık bizim için bir klasik olan "la mian"i, yani dana etli makarna çorbasını afiyetle yedik. Lokantadan çıktıktan sonra ara sokaklarda yürümeye devam ettik. Daha önce," Shanghai Bienali” bölümünde bahsettiğim Jin Shi’nin “ %50 Yaşam” isimli yapıtındaki evlerin bir sürü örnek vardı (bkz. Sanat Yorumları:1).

Oldukça loş ara sokaklardan birisinde seyyar tezgâhında mandalina satan kadından Çin'deki en ucuz meyvemizi aldık. Mandalinanın bir jin'i (yarım kilo) 3 mao idi. Bu arada, Çinde üç dereceli para birimi olduğunu söyleyelim; en büyük birim Yuan, orta birim Mao ve en küçük birim ise Fen. Yine ara sokaklarda dolaşırken, sokak ortasında ard arda dizilmiş bilardo masalarının olduğu bir mahalleye girdik. Bilardo salonlarına alışıktım ama bilardo sokağı hiç görmemiştim. Gönlümüzden bir an bilardo oynamak geçti. Ancak, oynayanların ustalığı bizi bu fikirden vazgeçirdi.
Sokak arası gezintimizi tamamlayıp otelimize döndük. Sabah kalktığımızda hedefimiz kentin sur içinde oluşturulan kültürel alanlarını dolaşmaktı. Birçok kent surlarının dış duvarlarını çevreleyen su kanalı Xi'an'da da vardı. Eski köprüyü geçip surların güneydeki orta kapısından içeri girdik. Ming Hanedanı döneminde savunma amaçlı yapılmış kent duvarları 13,5 kilometre uzunluğunda, 12 metre genişliğinde ve 12 metre yüksekliğindeydi. Yükseldikçe içeriye doğru açı yapan duvarların taş işçiliği oldukça iyiydi. Surların hemen dibindeki dar sokakta yürürken, onarılan eski Çin mimarisi tarzındaki evleri de keyifle gözlemliyorduk.

Bir müddet yürüdükten sonra, daha içeride kalan caddenin hareketli olduğunu fark ettik. Shuyuanmen Caddesi'ne çıktığımızda sağlı sollu geleneksel Çin resimlerinin ve kaligrafilerin sergilendiği galerilerin olduğunu görmek bizi çok sevindirdi. Pazar sabahı olmasına rağmen galeriler açıktı. Galerilere sırayla girip çıkmaya ve vaktimiz elverdiğince çok resim görmeye çalışıyorduk. Sabahın erken saatinde atelye-galerisini açmış ve arkadaşlarıyla muhtemelen sanat sohbetleri yapmakta olan geleneksel Çin ressamıyla sohbet etmek istedik ama Çincemizin yetersizliği nedeniyle bu girişim başarılı olamadı. Bu caddenin bitiminde onu başka bir hareketli yaya yolu takip ediyordu. Burası da el işlerinin yapıldığı ve satıldığı bölgeydi.
Shuyuanmen Caddesi'nden batıya doğru, kent surlarının çevrelediği eski merkezin ortasına vardığımızda Çin'deki en meşhur ve en büyük davul kulesiyle karşılaştık. Davul kulesini geçerek onun arkasındaki Çin üslubu bir takın içinden geçerek "Müslüman Mahallesi"ne yani "Hui Min Jie"ye vardık. Cadde tamamen Ming ve Qing dönemi üslubuyla biçimlendirilmişti. Eskiden Müslüman yabancı diplomatların kaldığı bölgede, diplomatların evlenip buraya yerleşmesiyle Müslüman nüfusu çoğalmış ve burası sonunda Müslüman mahallesi olmuş. Köken olarak “Han” milliyetinden olduğu söylenen müslüman Hui’ler, bugün Çin’in bir çok bölgesinde yaşamaktadır. Sokaktan içerilere doğru ilerlediğimizde, Türkiye'de de alışık olduğumuz sakatatçı dükkânlarıyla karşılaşmaya başladık. Şişmiş ciğerlerin satıldığı dükkânların önünden geçerek mahallenin en ünlü lokantasına girip yemek yedik. Oldukça acılıydı. Yemeği bitirdikten sonra sıra bölgenin meşhur Büyük ve Küçük Camisi'ni ziyarete gelmişti. Önce Küçük Cami'ye gittik. Avludan içeriye girdiğimizde camiye dair en ufak belirti yoktu.
Karşımızda alışılagelmiş ne kubbe ne de minare vardı. Tamamen Çin mimarisiyle yapılmış yapının sağını ve solunu çevreleyen taş duvarlara Çin resminin önemli konuları işlenmişti: bambu, orkide, erik çiçeği ve kasımpatı vs. Çin mimarisiyle yapılmış caminin içi ise tamamen bildiğimiz camilerin tarzında döşenmişti. Caminin avlusunda karşılaştığımız yaşlı Çinli’nin “selamünaleyküm” demesi bizi bir an şaşırttı. Sonra, o bize nereli olduğumuzu sordu. Türk ve Müslüman olduğumuzu duyunca bu sefer şaşırma sırası yaşlı Çinli’deydi. Camiyi Batılı tipine sahip pek kimse ziyaret etmemiş olsa gerek. Bir de Büyük Cami'yi görmek istedik. Onarım çalışmalarının yapıldığı bu yapı da diğeri gibi tamamen Çin tarzındaydı. Bu ilginç gözlem sonrası kalkma vakti çok yaklaşan trenimizi yakalamak için harekete geçtik. Karşımıza ilk çıkan motor-taksilere binerek, her an devrilme ve arabaların arasında kalma heyecanıyla kısa ama adrenalin dolu bir yolculuk sonrası tren garına ulaşıp vagonumuza yerleştik. Tren hareket edince, yataklı vagonun, Çin'de yaşayan bazı Türkler tarafından "morg" olarak adlandırılan yatağına uzandım. Trenin raylar üzerinde çıkardığı derinden gelen ritmik sesler, yıllar önce buharlı trende yaptığım yolculukları anımsattı. O trenlerde raylardan gelen sesler çok gürültülü olurdu, ayrıca tren de sarsıntılıydı. Dışarıyı seyretmek için vagonun penceresini açtığımda gözüme lokomotifin dumanlarıyla gelen kömür tozları dolardı. Gözümün önünden eski yolculuklar geçerken derinlerden gelen rayların ritmik sesleri giderek kayboldu. Uykuya dalmışım.

9 Ekim 2008 Perşembe

HENGSHAN DAĞLARI (HENGSHAN MOUNTAIN)-2:Taocu Keşişlerin Evi

*Caner Karavit, Gezi Notları:4








Resim açıklamaları:

1) Nasreddin Hoca'nın Çinli kardeşi, Taoizm'in sekiz ölümsüzünden biri "Zhang Guo Lao",
2) Ma Shen Tapınağı gidrişindeki süslü at heykeli,
3) Guo Sao uçurumundaki ev,
4) "Uyuma Sarayı"ında çekmeyen bacasını sırıkla açmaya çalışan keşiş,
5) Heng Zong Manastırına 103 basamaklı çıkış,
6) "Dokuzuncu Cennet Tapınağı"daki keşişlerle hatıra fotoğrafı,
7) Geleneksel Çin Resimlerine konu olan Hengshan dağlarının manzarası,
8) Bana göre "Uyuyan Saray" asıl ismi "Uyuma Sarayı",
9) Tavana yapılmış keşiş resmi,
10) "Ölümsüzlerin Toplanma Sarayı"ında bir cennet bekçisi.