10 Şubat 2009 Salı

ÇİN'DEKİ KARAYOLCULUĞU (TRAVELLING BY OVERLAND IN CHINA):5

*Caner Karavit, Gezi Notları:11
Tren Yolculukları

Çin’de yaptığım karayolculuklarının büyük bir kısmını trenle yaptığım yolculuklar oluşturur. Bu yolculuklarımda, yataklı, koltuklu, ayakta, normal (T ve N sınıfı), yavaş (Z ve K sınıfı), hızlı (C sınıfı), çift veya tek katlı tren türlerinin hepsini kullanma fırsatım oldu.
İstasyonda uyku baldan tatlı
Yolculuklarımın hemen hemen hepsi gece yolculukları olduğundan, gündüz yolculuklarına göre daha ilginç deneyimlere sahip oldum. Tren istasyonları gece yolcuları için hırsızlama uyku mekanlarıdır. Büyük kentlerin tren istasyonlarına girdiğinizde, yolculukları gece yarısından sonra olan ve istasyona erken gelmiş yolcuların uyuklama halleriyle karşılaşırsınız. Bu istasyonlara girebilmek için, mutlaka biletiniz olmak zorundadır. Eğer yolcu geçirecekseniz, gişelere yolcunuzun biletleriyle giderek refakatçı bileti almak suretiyle istasyona girebilirsiniz. İçeri girmenin başka yolu yoktur. Kış mevsiminde aylakların istasyonlara veya bilet satış bürolarına girip ısınmak gibi bir şansları yoktur. Görevliler hemen dışarı çıkarırlar. Hatta, bazı küçük kent istasyonlarında tren kalkış saatinize çok zaman varsa sizi içeri almak istemezler. Çin’deki batıya yolculuğumuzda, dondurucu soğuktan korunmak için erken girmek istediğimiz bazı istasyonlarda bu yüzden görevlilerle uzun uzun tartışmak zorunda kalmıştık. Büyük kent istasyonlarının kalabalık yolcu sayısını karşılayabilmek için, büyük istasyonların yapımı durmaksızın sürmekte.

Ben Pekin’e geldiğimden bu yana, birisi Asya’nın en büyüğü (gördüğüm bir çok havaalanından daha büyük ve modern) olmak üzere iki büyük tren istasyonunun yapımı tamamlanarak hizmete açıldı. Kaşgar gibi küçük kent istasyonları ise kendine has havasıyla, hep ayrı bir keyif vermiştir bana.
“tabi canım olur, başka sıkıntın var mı?”
Trenlerde gece yolcu profili ile gündüz yolcu profili arasında farklılıklar vardır. Gece yolcularının olmazsa olmazları şarhoş yolculardır. Sarhoş yolcular, tüm taşkınlıklarına rağmen, bizdekilerden farklı olarak diğer yolcular tarafından hoşgörü ile karşılanıyor. Taşkınlıklarının dozu arttığında ise, bazen erkek bazen kadın görevlilerce uygun bir yer tıkılıp misafir ediliyor. Ancak, Çinliler’in en sevdiğim tarafı uyku zamanlarının belirli olmasıdır. Özellikle yataklı vagonda, içip içip taşkınlık yaptıktan sonra, bilirsiniz ki hepsinin yatma vakitleri standarttır ve 22.30 bilemediniz 23.00’da da yatarlar. Biraz sabırla bekledikten sonra gürültüsüz bir gece sizi kucaklayacaktır. Urumçi’den Dunhuang’a giderken yatağımın karşısına narin, çıtı pıtı bir kızcağız denk gelmişti. Bir müddet sonra aramızda sohpet ortamı oluştu. Profesyonel bir dansçıymış. Tibet bölgesindeki gösterisine gitmek üzere önce Dunhuang’a oradan da Lasha’ya geçip dans gösterisine katılacakmış. Programı yoğun olduğu için bir an önce yatıp dinlenmek istedi. Ama nerde! Yanımızdaki masayı meyhane sofrasına döndüren beş Çinli iyice sarhoş omuş, bağıra bağıra muhabbet ediyorlardı. Kızcağız, bir müddet sabrettikten sonra onlara gürültü etmemelerini söyledi. İçlerinden sadece birisi ona cevap verme nezaketi gösterdi:”haaa”. Yani “tabi canım olur, başka sıkıntın var mı?” gibi bir şeydi cevabı. Kızcağız sinirlenip yorganı kafasına çekip uyumaya çalıştı. Bizim acelemiz yoktu. Nasılsa bu sarhoşların hepsi alışkanlıklarından dolayı en geç 23’de uyuyacaklardı. Biz ise, zaten 01’den önce uyuyamıyorduk. Öyle de oldu. Sızıp kaldılar, biz hala cin gibiydik.

Morgda yolculuk
Yataklı vagonlarda genel olarak çarşaf ve yastıklar temizdir. Bindiğimiz yataklı vagonların büyük kısmı ekonomik tip, kapısız ve bölmesiz, yanyana sıralanan (morg dedikleri) tarzdandı. Gece yatarken ve sabah istasyona varırken tuvaletlerin önünde uzun kuyruklar olması nedeni ile biraz sıkıntılı vericidir. Vagonlar, genelde ne çok soğuk ne de çok sıcak olur. Ranzaların en pahalısı en altta olanıdır. Alt yatakların avantajı yatağınıza oturabilmeniz ve geceleyin tuvalete hemen gidebilmenizdir. En ucuz ise, üst katlardır. Basık, aşağı inmesi zor, ama daha sıcaktır (ısınan hava yukarı çıkıyor).
Trende en keyif aldığım sabah varacağımız yere gelmeden önce koridordaki pencere kenarına oturup, geçtiğimiz araziyi izlemektir. Manzarayı izlerken, her vagonun girişinde bulunan sıcak su kazanından aldığım suyla hazırladığım çayımı keyifle içerim.
“Zorriy”
Trende ayakta yolculuk, eğer uzun süreli ise, oldukça sıkıntılı bir yolculuktur. Yolculuğunuz eğer Çin’in büyük bayramlarına, örneğin bahar bayramına rastlamışsa ve bilet almakta gecikmişseniz, son çare olarak ayakta yolculuk için bilet alabilirsiniz. Bazen, ayakta yolculuk için bilet bulmak bile şanstır. Louyang’dan Pekin’e dönüşümüz Bahar Bayramı’na rastlamış ve arkadaşımla ancak ayrı vagonlardaki koltuklar için bilet bulmuştuk. Trene bindiğimizde zor bilet bulmamıza rağmen tren sakin görünüyordu. Durum böyle olunca, ben kendi vagonuma gitmeden önce arkadaşımın yanında kalıp biraz sohpet etmek istedim. Büyük hataymış. Tren on-on beş dakika gittikten sonra bir ara istasyonda durdu. Trenin durmasıyla birlikte, inanılmaz bir hızla kalabalık bir insan seli içeri akmaya başladı. Durumun ciddiyetini kavrayıp, kendi vagonuma atak yaptım. Atağım sadece birkaç metre olabildi. Bulunduğum yerde sıkışıp kalmış ve bir santimetre bile kıpırdayamaz olmuştum. Kendi vagonuma gitmek bir yana, birkaç metre ötemdeki arkadaşımın yanına bile yaklaşamıyordum.

Paniğe kapıldım, beni on dört saatlik ayakta gece yolculuğu bekliyordu artık. Geçmek bilmeyen zamana galip gelebilmek için kalabalığı incelemeye başladım. Tren istasyonlarda durdukça, ayaktaki yolcular daha da birikiyordu. Oturan yolcuların bir kısmı zaman geçirmek için çeşitli oyunlar oynarken, bir kısmı da pirinç rakısı ile demlenmeye başladılar. Özellikle, iki sıra önümüzdekilerin içtikleri pirinç rakısının haddi hesabı yoktu. Bir müddet sonra, o tarafta gürültüler artmaya ve tartışmalar çıkmaya başladı. İçenlerden birisi vakit ilerledikçe sık sık tuvalete gitmeye başladı. Sıkışmış kalabalığa rağmen etraftakileri yıkarak, üzerlerine basarak ilerliyor, benimle her burun buruna geldiğinde gözlerini gözlerime dikip: “zoriy” yani “sorry” diyerek, hesapta bana bir jest yapıyordu. Herhalde, vagondaki tek yabancı olmamız nedeniyle bize hava atıyordu. Ben de jestini görüyordum: “Mei you wenti” yani “önemi yok”. Ara duraklar ve bazı hat değişimlerinde dakikalarca bekleyişler ayaktaki yolculuğu daha da yorucu hale getiriyordu. Gece yarısını geçince ayaktakilerin yavaş yavaş üst üste yığılarak uyumaya başladıklarını gördüm. Bu biçimde uyumak mümkün değildi, ama başarıyorlardı. Yolcular uyudukça onların üzerine yığılarak uyuma şansım da iyice yitiyordu. Sabah saatleri yaklaştıkça hala ayakta kalanlar dirençlerini yitirdikçe, birbiri üzerine yığılmış insanların üzerine düşüyor ve orada kalıyorlardı. Ayakta direniyordum, ama zaman geçmek bilmiyordu.
Bencil kızın lavabodaki uykusu
Sabaha doğru, tren bir istasyonda durdu ve istasyondan büyük bir kalabalık daha vagonlara dolmaya başladı. Bizim vagondakiler, zaten sıkışık olan vagonumuza yeni gelenlerin girmemesi için kapıyı kapatıp arkasına ayaklarıyla, vücutlarıyla yüklendiler. Bir müddet bu direnme başarılı olduysa da, dışarıdan gelenlerin güçlü baskısına dayanamayarak kapı açıldı. Dışarıdakiler içeriye ancak bir metre kadar girebildiler. İçlerinden bir kız hemen kapının yanındaki tuvalete girerek kapıyı kilitledi. Nedenini sonra öğrendim. Meğer, tuvaletin lavabosuna oturup uyuyorlarmış. Oldukça bencil bir davranıştı bu. Çünkü, ihtiyaç için gelenlere kapıyı açmıyordu. En son çoçuğu sıkışan bir baba sinirinden kapıyı kırmak üzereyken, kız söylenerek kapıyı açtı. Bu arada belirtmeliyim ki, böyle bir ortamda bile hiç bir kavganın olmamasına şaşırdım. İnsanlar birbirlerine son derece anlayışlı davranıyordu. Memleketimi düşündüm, böyle bir trende ne kavgalar olurdu. Bu arada vagonun sarhoşu da boş durmadı. Bu kalabalıkta arıza çıkartıp, arka koltukdaki üç genci bağıra çağıra azarlayarak koltuklarından kaldırdı ve hemen oraya yatıp sızdı. Gençler, sarhoşa gülüp geçerek yanından uzaklaştılar. Trende ayaktaki yolculuğumun on üçüncü saatinde direncimi yitirip önümde üst üste yığılı köylü göçmenlerin üzerine düştüm. Alttan hiç ses çıkmadı. Bir müddet beraber öyle kaldık. Zaten zayıf ve ufak tefek olan bu insanlara daha fazla yük olmamak için kısa sürede toparlanıp yeniden ayağa kalktım. Yolculuğumuzun on dördüncü saatinde Pekin’i gördüğümde gerçekten çok sevinmiştim. Vagonun arızalı karakteri bay sarhoş ayılmıştı, aşağı inmek için yine önümden geçti ama bu sefer “zoriy” demedi.
Seksi hızlı tren

Çin’deki bir başka ilginç tren yolculuğumuz “seksi hızlı trenle” oldu. Hızlı trenin Pekin’in güneyindeki istasyonu ise gördüğüm birçok havaalanından daha büyük ve moderndir. Şimdilik sadece Tianjin’e seferi olan tren son derece rahat ve sarsıntısız. Tren hareket ettikten kısa bir süre sonra, kapının üzerindeki dijital ekran trenin hızının saatte 280 km.ye çıktığını gösterdi. En yüksek hızın bu olduğunu düşünürken ekran 298 km.yi ve kısa bir süre sonra da 318 km.yi gösterdi. Biz hızın daha ne kadar yükseleceğini merakla beklerken dijital ekran seksi bir sayıda sabitlendi: 333. Mankenlerimiz fotoğraf çektirirken, dudaklarının daha seksi çıkması için söyledikleri 333 sayısının hızlı trenimizin en yüksek hızı olması hoş bir sürprizdi. Tren Tiyanjin’de durduğunda yanımdaki genç kronometresini çıkarıp düğmesine bastı: 29 dakika 16 saniye. Yani, trenimiz İstanbul Ankara mesafesini bir buçuk saatte alabilecek kadar seksi bir hıza sahipti.
İstasyon sahneleri
Çin’deki tren yolculuklarım, beni hep çocukluğumdaki kara trenlerde yaptığım yolculuklara götürmüştür. Keyiflidir ve bir uçak ya da otobüste izleyemeyeceğiniz kadar insanı izlersiniz. Onlar üzerinde yorumlar yaparsınız. Bu yorumlar sizi bambaşka dünyalara taşır. Metin Erksan’ın tren yolculuğuna dair çektiği 1973 yapımı “Müthiş Bir Tren” adlı filmini anımsarım. Sıkıcı başlangıcı olan bir filmdir, ama bir süre sonra yolculuğun içine çeker sizi. Ya Agatha Christie’nin romanından uyarlanan “Şark Ekspresi’nde Cinayet”. Konusu cinayet gibi görünürse de, sizi yolcuların karakterleri üzerinde gözlem yapmaya iter ve cinayet eylemini ikinci plana atar. Tren yolculuklarında insanlar birbirlerine çok yakındır. Beraber yatıp beraber kalkacak kadar yakın, istasyona vardığınızda bir “hoşçakal” demiyecek kadar da uzaksınızdır. Tren, sizi bilmediğiniz bir istasyondan, yabancı olduğunuz bir dekorun içine ittiğinde, yabancı rolünü oynadığınız bir oyuna da başlamış olursunuz.

Hiç yorum yok: