11 Ekim 2008 Cumartesi

Xİ'AN'DA SURİÇİ (ANCIENT CITY WALL IN Xİ'AN)-1

* Caner Karavit, Gezi Notları:5
İpek Yolu'nun başlangıcı olan ve 11 hanedana başkentlik yapmış olan Xi'an, önemli kültürel etkinliklerin yaşandığı bir merkezdir. Bu dönemlerden birisi de (hatta Çin kültürünün rönesansı diyebileceğimiz), hiç şüphesiz Tang Hanedanı (618-907) dönemidir. Xi'an'daki ilk gecemizde bu dönemin kültürel atmosferini solumamızı sağlayan bir etkinlik vardı: Xi'an Tang Hanedanı Tiyatrosu.

Tiyatroya vardığımızda gösterinin başlamasına az kalmıştı. Tiyatronun içi eski ve göz alıcı bir tarzda döşenmişti. Sandalye ve masaların olduğu küçük localarda istenirse yemek de yenebiliyordu. Hemen sahnenin yanına yerleştirilmiş olan orkestranın geleneksel çalgılarını da görebiliyorduk. Çin’deki gösterilerde edindiğim izlenimler sonucu, Çinli izleyicilerin bize göre farklı özelliklere sahip olduğunu söyleyebilirim. Öncelikle, gösteri sırasında konuşmak, gürültü etmek, telefonla görüşmek gibi bizde tepki görecek bazı hareketlere karşı esnek davranıyorlar ve bu davranışlar Çin’deki gösteri ortamları için oldukça sıradan. Ayrıca, geleneksel Çin operalarından kalma bir alışkanlıkla beğendikleri bir sahne için coşkuyla “hao” yani “iyi” diye bağırıyorlar. Bu gösteri de, Çin’de gittiğim her kentte tanık olduğum gibi, sahneleme açısından oldukça başarılıydı. Şunu da belirtmeliyim ki bugüne kadar Çin’de gittiğim hiç bir gösteri vasatın altında değildi. Tang döneminin müzikleri, kostümleri, maskeleri ve danslarıyla çok renkli bir gece yaşadık.

Uzun süren gösteriden çıkınca karnımız acıkmıştı. Çünkü, yemekler pahalı olduğundan gösteri başlangıcında basit bir iki şey ısmarlamıştık. Sokak aralarına dalarak salaş bir lokanta bulduk ve artık bizim için bir klasik olan "la mian"i, yani dana etli makarna çorbasını afiyetle yedik. Lokantadan çıktıktan sonra ara sokaklarda yürümeye devam ettik. Daha önce," Shanghai Bienali” bölümünde bahsettiğim Jin Shi’nin “ %50 Yaşam” isimli yapıtındaki evlerin bir sürü örnek vardı (bkz. Sanat Yorumları:1).

Oldukça loş ara sokaklardan birisinde seyyar tezgâhında mandalina satan kadından Çin'deki en ucuz meyvemizi aldık. Mandalinanın bir jin'i (yarım kilo) 3 mao idi. Bu arada, Çinde üç dereceli para birimi olduğunu söyleyelim; en büyük birim Yuan, orta birim Mao ve en küçük birim ise Fen. Yine ara sokaklarda dolaşırken, sokak ortasında ard arda dizilmiş bilardo masalarının olduğu bir mahalleye girdik. Bilardo salonlarına alışıktım ama bilardo sokağı hiç görmemiştim. Gönlümüzden bir an bilardo oynamak geçti. Ancak, oynayanların ustalığı bizi bu fikirden vazgeçirdi.
Sokak arası gezintimizi tamamlayıp otelimize döndük. Sabah kalktığımızda hedefimiz kentin sur içinde oluşturulan kültürel alanlarını dolaşmaktı. Birçok kent surlarının dış duvarlarını çevreleyen su kanalı Xi'an'da da vardı. Eski köprüyü geçip surların güneydeki orta kapısından içeri girdik. Ming Hanedanı döneminde savunma amaçlı yapılmış kent duvarları 13,5 kilometre uzunluğunda, 12 metre genişliğinde ve 12 metre yüksekliğindeydi. Yükseldikçe içeriye doğru açı yapan duvarların taş işçiliği oldukça iyiydi. Surların hemen dibindeki dar sokakta yürürken, onarılan eski Çin mimarisi tarzındaki evleri de keyifle gözlemliyorduk.

Bir müddet yürüdükten sonra, daha içeride kalan caddenin hareketli olduğunu fark ettik. Shuyuanmen Caddesi'ne çıktığımızda sağlı sollu geleneksel Çin resimlerinin ve kaligrafilerin sergilendiği galerilerin olduğunu görmek bizi çok sevindirdi. Pazar sabahı olmasına rağmen galeriler açıktı. Galerilere sırayla girip çıkmaya ve vaktimiz elverdiğince çok resim görmeye çalışıyorduk. Sabahın erken saatinde atelye-galerisini açmış ve arkadaşlarıyla muhtemelen sanat sohbetleri yapmakta olan geleneksel Çin ressamıyla sohbet etmek istedik ama Çincemizin yetersizliği nedeniyle bu girişim başarılı olamadı. Bu caddenin bitiminde onu başka bir hareketli yaya yolu takip ediyordu. Burası da el işlerinin yapıldığı ve satıldığı bölgeydi.
Shuyuanmen Caddesi'nden batıya doğru, kent surlarının çevrelediği eski merkezin ortasına vardığımızda Çin'deki en meşhur ve en büyük davul kulesiyle karşılaştık. Davul kulesini geçerek onun arkasındaki Çin üslubu bir takın içinden geçerek "Müslüman Mahallesi"ne yani "Hui Min Jie"ye vardık. Cadde tamamen Ming ve Qing dönemi üslubuyla biçimlendirilmişti. Eskiden Müslüman yabancı diplomatların kaldığı bölgede, diplomatların evlenip buraya yerleşmesiyle Müslüman nüfusu çoğalmış ve burası sonunda Müslüman mahallesi olmuş. Köken olarak “Han” milliyetinden olduğu söylenen müslüman Hui’ler, bugün Çin’in bir çok bölgesinde yaşamaktadır. Sokaktan içerilere doğru ilerlediğimizde, Türkiye'de de alışık olduğumuz sakatatçı dükkânlarıyla karşılaşmaya başladık. Şişmiş ciğerlerin satıldığı dükkânların önünden geçerek mahallenin en ünlü lokantasına girip yemek yedik. Oldukça acılıydı. Yemeği bitirdikten sonra sıra bölgenin meşhur Büyük ve Küçük Camisi'ni ziyarete gelmişti. Önce Küçük Cami'ye gittik. Avludan içeriye girdiğimizde camiye dair en ufak belirti yoktu.
Karşımızda alışılagelmiş ne kubbe ne de minare vardı. Tamamen Çin mimarisiyle yapılmış yapının sağını ve solunu çevreleyen taş duvarlara Çin resminin önemli konuları işlenmişti: bambu, orkide, erik çiçeği ve kasımpatı vs. Çin mimarisiyle yapılmış caminin içi ise tamamen bildiğimiz camilerin tarzında döşenmişti. Caminin avlusunda karşılaştığımız yaşlı Çinli’nin “selamünaleyküm” demesi bizi bir an şaşırttı. Sonra, o bize nereli olduğumuzu sordu. Türk ve Müslüman olduğumuzu duyunca bu sefer şaşırma sırası yaşlı Çinli’deydi. Camiyi Batılı tipine sahip pek kimse ziyaret etmemiş olsa gerek. Bir de Büyük Cami'yi görmek istedik. Onarım çalışmalarının yapıldığı bu yapı da diğeri gibi tamamen Çin tarzındaydı. Bu ilginç gözlem sonrası kalkma vakti çok yaklaşan trenimizi yakalamak için harekete geçtik. Karşımıza ilk çıkan motor-taksilere binerek, her an devrilme ve arabaların arasında kalma heyecanıyla kısa ama adrenalin dolu bir yolculuk sonrası tren garına ulaşıp vagonumuza yerleştik. Tren hareket edince, yataklı vagonun, Çin'de yaşayan bazı Türkler tarafından "morg" olarak adlandırılan yatağına uzandım. Trenin raylar üzerinde çıkardığı derinden gelen ritmik sesler, yıllar önce buharlı trende yaptığım yolculukları anımsattı. O trenlerde raylardan gelen sesler çok gürültülü olurdu, ayrıca tren de sarsıntılıydı. Dışarıyı seyretmek için vagonun penceresini açtığımda gözüme lokomotifin dumanlarıyla gelen kömür tozları dolardı. Gözümün önünden eski yolculuklar geçerken derinlerden gelen rayların ritmik sesleri giderek kayboldu. Uykuya dalmışım.

Hiç yorum yok: