17 Şubat 2009 Salı

DONHUAMEN GECE MEZE PAZARI (DONHUAMEN NIGHT MARKET)

*Caner Karavit, Gezi Notları:12

Pekin’e ilk geldiğim zamanlar (belki birçok kişi gibi) en uğrak yerlerimden birisi Wangfujing bölgesi alışveriş merkezleriydi. Bu bölge, yaya caddesi olması nedeniyle de Pekin’in en turistik yerlerinden birisidir. Wangfujing’de bana en cazip gelen yer, yabancı dilde kitap satan kitapçılar olmuştur. Tabii ki, ünlü şapkacıyı, Orient Plaza’yı, küçük hediyelik eşya satan dükkanları ve ara sokakları ihmal etmezdim.

Turistik olması nedeniyle keşfedecek bir yeri olmadığını düşündüğüm bir gece, Wangfujing’in alışveriş merkezlerinin cıvıl cıvıl renkli, yanıp sönen ışıklarına dalmış giderken, caddenin sonlarına doğru ışıl ışıl bir ara cadde dikkatimi çekti. Ard arda dizilmiş, turuncu kırmızı ışıklı tentelerin bulunduğu bu yer, bizim sabit semt pazarlarına benziyordu. Merak edip bu pazara doğru yöneldim. Burası çeşitli mezelerin yapılıp ayaküstü atıştırıldığı Beyoğlu’ndaki kokoreççilerin ve midyecilerin bulunduğu sokağa benziyordu. Burasını keşfetmek hoşuma gitmişti.

Donhuamen Meze Pazarı olduğunu sonradan öğrendiğim bu yer, Pekin mezelerinden oluşan çeşitleriyle ilk olarak 1984 yılında kurulmuş. İlk kuruluşunda Pekin’e ait 60’dan fazla meze çeşitlerinin birarada görülebileceği bir meze pazarıymış. Bu Pazar, 2000 yılında Pekin Dongheng bölge yönetimince Çin yemek kültürünü yaymak ve yabancı ülkelerle dostluk ilişkilerini geliştirmek amacıyla tekrar inşa edilmiş. Şimdi ise, sadece Pekin’e ait değil tüm Çin’e ait lezzetli, özel, yeni meze çeşitleriyle müşteri çekiyor. Donhuamen, Gezi etkinlikleriyle yemek kültürünü birleştiren, çağdaş iş ortamıyla geleneksel zerafeti kaynaştıran ve Wangfujing İş Merkezinin gece dokusunu çiçek gibi bezeyen bir cadde oluvermiş.

Gece Meze Pazarı, gece ışıklarının yanmasıyla etkileyici bir mekana dönüşmüş ve karnımın da acıkmasıyla daha da cazip hale gelmişti. Ancak, daha ilk tezgahı görünce hevesim kursağımda kaldı. Mezeler, hiç de bizim kolay kabullenebileceğimiz cinsten değildi. Karşıma çıkan akrep, ipek böceği, büyük kurtçuk, deniz atı, deniz yıldızı, salkım saçak mürekkep balığı şişlerini görünce açlığım geçiverdi. Ama bu ilginç görüntüleri izlemeden de yapamadım. Çinliler, turistlerin meraklı bakışları arasında şişe geçirilmiş kurtçukları, akrepleri iştahla yiyorlardı. Bu görüntüler turistleri oldukça eğleniyorlardı.
Aslında, Çinlilerin bu çeşit yemek kültürü sadece damak zevkinden kaynaklanmıyor. Yedikleri hayvanın üstün özelliklerinin kendilerine geçeceği inancı ve ilaç özelliği taşıması da önem taşıyor. Bir müddet sonra, merakım alışmış olduğum damak zevkimin direncini kırdı. Akrep şiş aldım. Bir çeşit yağda kızarttıkları siyah akrepleri bir yandan ısırırken, diğer yandan hayvanın zehirli olması beni endişelendiriyordu. Tadı fena değildi ve zehirlenmedim. Ama görüntüsü nedeniyle bir daha yiyebileceğimi sanmıyorum.

Donhuamen Meze Pazarı’ndan ayrılırken, hayatımda ilk defa yediğim garip ve ürkütücü mezenin midemde daha fazla yalnız kalmaması için, hızlı adımlarla normal bir lokanta aramaya başladım.

10 Şubat 2009 Salı

ÇİN ETNİK KÜLTÜR PARKI (CHINESE ETHNIC CULTUR PARK)

*Caner Karavit, Müzeler serisi:2

Ülkemizde de zengin bir örgü oluşturan etnik grupların ve kültürel yapılarının, başka coğrafyalardaki farklı özelliklerini hep merak etmişimdir. Çin’e geldiğim zaman etnik grupları incelemeyi çok arzulamama rağmen, onların kalabalık sayısı beni ürkütmüştü. Dile kolay, Çin kıtası 56 etnik grubu bir arada tutan bir coğrafya idi. Bunların herbirini kendi bölgelerinde görebilmek, bu kadar büyük bir ülkede imkansız gibiydi. Çin benim gibi meraklıları düşünmüş olsa gerek ki, hepsini bir alanda toplamış.
Pekin’in kuzeyinde yer alan Çin Etnik Kültür Parkı, Ulusal Olimpik Park bölgesi içerisinde toplam 50 hektarlık büyük bir alana sahip. İlk olarak 1992 yılında yapımına başlanılmış. Etnik Park, “yeşil alan, yüksek teknoloji ve olimpiyat oyunları” temasından yola çıkılarak “yeni Pekin, büyük olimpiyatlar” ruhuyla başlayan bir projenin ilk adımı. Yapımı Pekin Belediyesi tarafından desteklenmiş. Parkın ortasından ana cadde geçmesi nedeniyle, kuzey ve güney alanı olarak iki bölüme ayrılmış. Kuzey bölümü daha bakımlı ve yenileştirme çalışmalarının daha yoğunlaştırıldığı yer izlenimi veriyor. Burada, 26 etnik gruba ait tanıtım alanı bulunuyor. Kuzey bölgesinin yapımı 1994 yılında tamamlanarak hizmete açılmış. Türki ve Moğol milliyetlerin de olduğu 30 etnik grubu kapsayan güney bölümü ise, daha bakımsız bir bölge izlenimi yaratıyor. Bu bölge ise, 2001 yılında etkinliklere açılmış. Etnik park, etnik kültürü, etnik mimariyi, etnik mirası korumayı, yaymayı, desteklemeyi, ilgili çalışmalar yapmayı ve etnik birlikteliği geliştirmeyi amaçlıyor. Etnik parkı gezerken etnik grupların kültürünü, günlük yaşamını, tarihini ve doğasını iç içe tanıma fırsatımız oluyor.
Bu büyük alanda; etnik grupların bulunduğu coğrafyayı tanıtan 100 kadar manzara bölgesi, 200 kadar etnik mimari, 100.000 kadar kültürel eser, 1000 kadar etnik eşya çeşidi, 200 etnik milliyetlere ait nesneler (bunlar bazıları satılmaktadır), 200 çeşit etnik yemek ve 800 kadar da etnik grup kökenli görevliler var. Bu görevliler kendi bölgelerine gelen ziyaretçilere kültürlerini tanıtıyor, yörelerinin danslarını oynuyor ve şarkılarını söylüyorlar. Bu gösteriler de görevliler tarafından yapılıyor. Bunların yanında Miao, Yao ve Kore milliyetlerinin yemeklerini yapan lokantalar da var.
56 milliyetli zengin bahçe
Etnik Park’tan bahsederken Çin’deki etnik grupları biraz tanıtmak istiyorum. Çin Halk Cumhuriyeti’nde 56 milliyet yaşamaktadır. Bunlardan en büyük grubu, %91’lik nüfusuyla Han milliyeti oluşturmakta. Han milliyeti dışında 55 etnik grup daha var. Bunların en büyük nüfusa sahip olanları, Zhuang (16.1 milyon), Mançu (10.6 milyon), Hui (9.8 milyon), Miao (8.9 milyon), Uygur (8.3 milyon), Tujia (8 milyon), Yi (7.7 milyon), Moğol (5.8 milyon), Tibet (5.4 milyon), Bouyei (2.9 milyon), Dong (2.9 milyon), Yao (2.6 milyon), Kore (1.9 milyon), Bai (1.8 milyon), Hani (1.4 milyon), Kazak (1.2 milyon), Li (1.2 milyon) ve Dai (1.1 milyon) milliyetleri oluşturmaktadır. En düşük nüfusa sahip olanları ise, Monba (8923), Oroqen (8196), Derung (7426), Tatar (4890), Henzen (4640), Lhoba (2965) milliyetleridir.
Sırılsıklam Festival

Geziye kuzey bölgesinden başladığınızda, sizi ilk olarak bir Türki grup olan Salar milliyetinin avlulu evi karşılıyor. Yapı olarak bizim Bolu ve Karadeniz yayla evlerini anımsatıyor. Daha sonra gelen ve sol tarafınıza düşen alana eğer yazın girerseniz mutlaka ıslatılırsınız. Çünkü, güneyli Dali milliyetinin ünlü “Su Festivali”nin gösterileri buradaki Dali gençleri tarafından canlandırılıyor. Biz kışın gezdiğimiz için in cin top oynuyordu. Deprem bölgesi olan Hunnan eyaletinde yaşayan bu etnik grubun evleri dayanıklı bir ağaç olan bambudan yapılıyor. Yapıların birinci katı kümese, ikinci katı ise yaşam alanlarına ayrılıyor. Çin-Tibet dil grubuna dahil bu etnik grup el sanatları, müzik ve dans gösterileriyle tanınıyor. Buradan çıkınca karşınıza doğrudan Gaoshan milliyetinin görkemli totemleri çıkıyor.

Ahşap oyma figürlerini çok beğendiğim bu milliyetin totemleri beni hep büyülemiştir. Tayvan’da 400.000, Çin ana kıtasında 4000 nüfuslu olan grubun dili malay-polenez dil grubuna ait olup ilkel dinlere inanırlar. Kendilerini Aborjin olarak da tanımlarlar. Tayvan’ın geçmişinde Aborjinlerin de yeri var.1949 devrimi sırasında, Tayvan’a kaçan milliyetçiler bu adada yaşamakta olan kalabalık bir aborjin grubunu ya adadan kovmuşlar ya da kendi yapıları içinde eritmişler. Buradaki ahşap ve saz yapıları aşarak, Mançuların klasik mimari tarzında yaptığı ve etnik parktaki en başarılı yapılardan olan imparatorluk tapınağı Huangtangzi ile karşılaşırsınız.
Osuruk ağacından çadırlar

Biraz ilerde solda yapay gölün kenarına kondurulmuş Oronqenler’in kızılderililer’inkine benzer çadırlarını gördüğümde çocukluğumu hatırladım. Ağaçlık bir alan bulduğumuzda, çevremizde çok bulunan ve hiç bir şeye yaramadığını düşündüğümüz nam-ı diğer “Osuruk Ağacı”nın dallarını koparıp, onları karşılıklı çatarak bir çadır yapardık. Oronqenler İç Moğolistan bozkırında avcılık ve hayvancılık yapan küçük bir grup. Dilleri Ural-Altay grubuna ait ve dinleri şamanizmdir. Bu ilginç yapıları geçtikten sonra, ne yalan söyleyeyim, en özelliksiz bulduğum Rus milliyetinin evleri oldu. Hayal kırıklığımı yukarılarda gidermek üzere acele adımlarla oradan uzaklaştım.
Bouyei'nin güzel sesi Wei Jiang

Bouyei milliyetinin alanına geldiğimizde kapının önünde haki asker parkasıyla güneşe karşı oturmuş, kitap okuyan görevli gençle karşılaştık. Sonradan isminin Wei Jiang olduğunu öğrendiğimiz genç, bizimle ilgilenmedi. Biz içeri girip gezmeye başlayınca, ilgimize karşılık vermek için her şeyi anlatmaya başladı. Birlikte fotoğraf çektirme isteğimizi hemen üzerindeki parkayı atarak yanıtladı. Meğerse parkanın altında etnik milliyetinin kostümleri varmış. Bize yöresine ait heybe, şapka türü şeyler vererek hatıra fotoğrafı kurgumuzu tamamladı. Onunla Çince anlaşabildiğimiz kadarıyla, yöresinin şarkılarını söylediğini öğrendim. Bir kara tahtaya yazılmış şarkı sözlerini göstererek şarkısına başladı. Sesi çok yumuşak ve güzeldi. Şarkı bitiminde çok güzel şarkı söylediğini ifade edince sevinerek teşekkür etti. Bouyei milliyeti Çin-Tibet dil grubuna dahil ve tanrısal ruhlara inanan bir etnik grup. Çin’in güney-batı bölgesinin bu sakinleri geçimlerini tarımcılıkla kazanıyorlar. En meşhur el işçilikleri ise mum baskı dokumaları. Buradan çıkınca, etnik gruplar içinde mimari açıdan beni en çok etkiliyen Yi milliyetinin alanına girdik.

Yiler, Çin-Tibet dil grubuna dahiller ve atalarının ruhlarına tapıyorlar. Nüfusları hayli kalabalık 7.7 milyon.
Bıçak üstündeki Miaolar
Burayı, gösterileri ile meşhur olan Miao milliyeti takip ediyor. Yine Çin-Tibet grubuna dahil olan ve atalarına iman eden bu etnik grubun bazı ilginç gösterilerine daha önceki gelişimde tanık olmuştum. Bıçak üzerinde yürümek, bıçaklı basamaklardan direklere tırmanmak, kızgın demiri diline yapıştırmak gibi tehlikeli gösterileri var. Bir de kadınlarının başlarına taktıkları boynuzlu gümüş takılarla bezenmiş başlıkları çok hoşuma gider.

Buradan aşağıya indiğinizde rengarenk totemleri ve güzel dansları olan Jingpo milliyetinin evlerine varırsınız. Ama görevliler olmadığı için bu renkli dansı bir kez daha izleme şansımız olmadı.
Tu milliyetinin Break dansı

Tu milliyetinin bölgesine geldiğimizde, Tu’ların dansıyla değil Tu kıyafetleri içinde break dans yapan geçlerle karşılaştık. Herhalde hergün yörelerinin danslarını yapmaktan sıkılmış olmalılar ki, boş zamanlarında break dans yapmaktan ustalaşmışlardı. Biz de onların break dansını izleyip Qiang bölgesine doğru tırmanışa geçtik.
“Mesai bitse de gitsek”
Buraya geldiğimizde bir karışıklık sezdim. Geldiğimiz bölge Qiang milliyetinin bölgesiydi. Ama buradaki görevlilerin kostümleri farklı milliyetlere aitti. Biz alana girdiğimizde birbirleriyle şakalaşan bu gençler “nereden çıktınız şimdi” der gibi bize baktılar. Görevli gençlerin tiplerine ve kostümlerine dikkatlice bakınca bunların Moğol, Tibet ve Naxi milliyetinden olduğunu hemen anladım. Kışın ve akşamın bu saatinde pek ziyaretçi olmadığı için sıkılmışlar ve burada buluşup sohpet ederek mesailerini tamamlamaya çalışıyorlardı.

Haklıydılar, akşamın bu vaktinde nereden çıkmıştık! Başlarında şefleri olduğunu tahmin ettiğim birisi grupları uyararak gösteriye başlamalarını istedi. Gruplar isteksizce şarkı ve danslarına başladı. Bozkırlardan ve “dünyanın çatısı”ndan esintiler getiren birbiriyle akraba bu üç grubun biraraya gelmesi de ilginçti. Naxiler bin yıl önce kuzeyden Moğolistan bozkırlarından güneye göç etmişler. Tibet ve Naxi milliyetleri ise aynı tanrının iki oğlu olduklarına inanıyorlar.
Tibet milliyetine ait olan ve kuzey-güney parkını birbirine bağlayan köprü, Lasha’yı anımsatıyor. Benim düşünceme göre burası Etnik Park’ın en ayrıcalıklı bölgesi. Çünkü, köprünün altındaki ana caddeden geçenlerin karşısına Potala Sarayı gibi dikilen bu yapılar, Etnik Park’ın dışarıdan en göze çarpan yapısını oluşturuyor.
Akşam Etnik park’tan ayrılırken sivillerini giymiş çeşitli etnik milliyettten gençler şakalaşarak yanımızdan geçtiler. Çıkışta karşımıza, ilginç mimarisi ile Pekin Olimpiyatı’nın “kuş yuvası” stadyumu dikildi. Hemen yanındaki yüzme yarışlarının yapıldığı “su küpü”nün yanan ışıkları, alacakaranlıkta Harbin’deki buz heykelleri anımsattı. Renkli ve neşeli Etnik Park ise, gece karanlığına gömülürken sanki sessizce yeni sakinlerini; ruhlarını, atalarını, tanrılarını bekliyordu.

ÇİN'DEKİ KARAYOLCULUĞU (TRAVELLING BY OVERLAND IN CHINA):5

*Caner Karavit, Gezi Notları:11
Tren Yolculukları

Çin’de yaptığım karayolculuklarının büyük bir kısmını trenle yaptığım yolculuklar oluşturur. Bu yolculuklarımda, yataklı, koltuklu, ayakta, normal (T ve N sınıfı), yavaş (Z ve K sınıfı), hızlı (C sınıfı), çift veya tek katlı tren türlerinin hepsini kullanma fırsatım oldu.
İstasyonda uyku baldan tatlı
Yolculuklarımın hemen hemen hepsi gece yolculukları olduğundan, gündüz yolculuklarına göre daha ilginç deneyimlere sahip oldum. Tren istasyonları gece yolcuları için hırsızlama uyku mekanlarıdır. Büyük kentlerin tren istasyonlarına girdiğinizde, yolculukları gece yarısından sonra olan ve istasyona erken gelmiş yolcuların uyuklama halleriyle karşılaşırsınız. Bu istasyonlara girebilmek için, mutlaka biletiniz olmak zorundadır. Eğer yolcu geçirecekseniz, gişelere yolcunuzun biletleriyle giderek refakatçı bileti almak suretiyle istasyona girebilirsiniz. İçeri girmenin başka yolu yoktur. Kış mevsiminde aylakların istasyonlara veya bilet satış bürolarına girip ısınmak gibi bir şansları yoktur. Görevliler hemen dışarı çıkarırlar. Hatta, bazı küçük kent istasyonlarında tren kalkış saatinize çok zaman varsa sizi içeri almak istemezler. Çin’deki batıya yolculuğumuzda, dondurucu soğuktan korunmak için erken girmek istediğimiz bazı istasyonlarda bu yüzden görevlilerle uzun uzun tartışmak zorunda kalmıştık. Büyük kent istasyonlarının kalabalık yolcu sayısını karşılayabilmek için, büyük istasyonların yapımı durmaksızın sürmekte.

Ben Pekin’e geldiğimden bu yana, birisi Asya’nın en büyüğü (gördüğüm bir çok havaalanından daha büyük ve modern) olmak üzere iki büyük tren istasyonunun yapımı tamamlanarak hizmete açıldı. Kaşgar gibi küçük kent istasyonları ise kendine has havasıyla, hep ayrı bir keyif vermiştir bana.
“tabi canım olur, başka sıkıntın var mı?”
Trenlerde gece yolcu profili ile gündüz yolcu profili arasında farklılıklar vardır. Gece yolcularının olmazsa olmazları şarhoş yolculardır. Sarhoş yolcular, tüm taşkınlıklarına rağmen, bizdekilerden farklı olarak diğer yolcular tarafından hoşgörü ile karşılanıyor. Taşkınlıklarının dozu arttığında ise, bazen erkek bazen kadın görevlilerce uygun bir yer tıkılıp misafir ediliyor. Ancak, Çinliler’in en sevdiğim tarafı uyku zamanlarının belirli olmasıdır. Özellikle yataklı vagonda, içip içip taşkınlık yaptıktan sonra, bilirsiniz ki hepsinin yatma vakitleri standarttır ve 22.30 bilemediniz 23.00’da da yatarlar. Biraz sabırla bekledikten sonra gürültüsüz bir gece sizi kucaklayacaktır. Urumçi’den Dunhuang’a giderken yatağımın karşısına narin, çıtı pıtı bir kızcağız denk gelmişti. Bir müddet sonra aramızda sohpet ortamı oluştu. Profesyonel bir dansçıymış. Tibet bölgesindeki gösterisine gitmek üzere önce Dunhuang’a oradan da Lasha’ya geçip dans gösterisine katılacakmış. Programı yoğun olduğu için bir an önce yatıp dinlenmek istedi. Ama nerde! Yanımızdaki masayı meyhane sofrasına döndüren beş Çinli iyice sarhoş omuş, bağıra bağıra muhabbet ediyorlardı. Kızcağız, bir müddet sabrettikten sonra onlara gürültü etmemelerini söyledi. İçlerinden sadece birisi ona cevap verme nezaketi gösterdi:”haaa”. Yani “tabi canım olur, başka sıkıntın var mı?” gibi bir şeydi cevabı. Kızcağız sinirlenip yorganı kafasına çekip uyumaya çalıştı. Bizim acelemiz yoktu. Nasılsa bu sarhoşların hepsi alışkanlıklarından dolayı en geç 23’de uyuyacaklardı. Biz ise, zaten 01’den önce uyuyamıyorduk. Öyle de oldu. Sızıp kaldılar, biz hala cin gibiydik.

Morgda yolculuk
Yataklı vagonlarda genel olarak çarşaf ve yastıklar temizdir. Bindiğimiz yataklı vagonların büyük kısmı ekonomik tip, kapısız ve bölmesiz, yanyana sıralanan (morg dedikleri) tarzdandı. Gece yatarken ve sabah istasyona varırken tuvaletlerin önünde uzun kuyruklar olması nedeni ile biraz sıkıntılı vericidir. Vagonlar, genelde ne çok soğuk ne de çok sıcak olur. Ranzaların en pahalısı en altta olanıdır. Alt yatakların avantajı yatağınıza oturabilmeniz ve geceleyin tuvalete hemen gidebilmenizdir. En ucuz ise, üst katlardır. Basık, aşağı inmesi zor, ama daha sıcaktır (ısınan hava yukarı çıkıyor).
Trende en keyif aldığım sabah varacağımız yere gelmeden önce koridordaki pencere kenarına oturup, geçtiğimiz araziyi izlemektir. Manzarayı izlerken, her vagonun girişinde bulunan sıcak su kazanından aldığım suyla hazırladığım çayımı keyifle içerim.
“Zorriy”
Trende ayakta yolculuk, eğer uzun süreli ise, oldukça sıkıntılı bir yolculuktur. Yolculuğunuz eğer Çin’in büyük bayramlarına, örneğin bahar bayramına rastlamışsa ve bilet almakta gecikmişseniz, son çare olarak ayakta yolculuk için bilet alabilirsiniz. Bazen, ayakta yolculuk için bilet bulmak bile şanstır. Louyang’dan Pekin’e dönüşümüz Bahar Bayramı’na rastlamış ve arkadaşımla ancak ayrı vagonlardaki koltuklar için bilet bulmuştuk. Trene bindiğimizde zor bilet bulmamıza rağmen tren sakin görünüyordu. Durum böyle olunca, ben kendi vagonuma gitmeden önce arkadaşımın yanında kalıp biraz sohpet etmek istedim. Büyük hataymış. Tren on-on beş dakika gittikten sonra bir ara istasyonda durdu. Trenin durmasıyla birlikte, inanılmaz bir hızla kalabalık bir insan seli içeri akmaya başladı. Durumun ciddiyetini kavrayıp, kendi vagonuma atak yaptım. Atağım sadece birkaç metre olabildi. Bulunduğum yerde sıkışıp kalmış ve bir santimetre bile kıpırdayamaz olmuştum. Kendi vagonuma gitmek bir yana, birkaç metre ötemdeki arkadaşımın yanına bile yaklaşamıyordum.

Paniğe kapıldım, beni on dört saatlik ayakta gece yolculuğu bekliyordu artık. Geçmek bilmeyen zamana galip gelebilmek için kalabalığı incelemeye başladım. Tren istasyonlarda durdukça, ayaktaki yolcular daha da birikiyordu. Oturan yolcuların bir kısmı zaman geçirmek için çeşitli oyunlar oynarken, bir kısmı da pirinç rakısı ile demlenmeye başladılar. Özellikle, iki sıra önümüzdekilerin içtikleri pirinç rakısının haddi hesabı yoktu. Bir müddet sonra, o tarafta gürültüler artmaya ve tartışmalar çıkmaya başladı. İçenlerden birisi vakit ilerledikçe sık sık tuvalete gitmeye başladı. Sıkışmış kalabalığa rağmen etraftakileri yıkarak, üzerlerine basarak ilerliyor, benimle her burun buruna geldiğinde gözlerini gözlerime dikip: “zoriy” yani “sorry” diyerek, hesapta bana bir jest yapıyordu. Herhalde, vagondaki tek yabancı olmamız nedeniyle bize hava atıyordu. Ben de jestini görüyordum: “Mei you wenti” yani “önemi yok”. Ara duraklar ve bazı hat değişimlerinde dakikalarca bekleyişler ayaktaki yolculuğu daha da yorucu hale getiriyordu. Gece yarısını geçince ayaktakilerin yavaş yavaş üst üste yığılarak uyumaya başladıklarını gördüm. Bu biçimde uyumak mümkün değildi, ama başarıyorlardı. Yolcular uyudukça onların üzerine yığılarak uyuma şansım da iyice yitiyordu. Sabah saatleri yaklaştıkça hala ayakta kalanlar dirençlerini yitirdikçe, birbiri üzerine yığılmış insanların üzerine düşüyor ve orada kalıyorlardı. Ayakta direniyordum, ama zaman geçmek bilmiyordu.
Bencil kızın lavabodaki uykusu
Sabaha doğru, tren bir istasyonda durdu ve istasyondan büyük bir kalabalık daha vagonlara dolmaya başladı. Bizim vagondakiler, zaten sıkışık olan vagonumuza yeni gelenlerin girmemesi için kapıyı kapatıp arkasına ayaklarıyla, vücutlarıyla yüklendiler. Bir müddet bu direnme başarılı olduysa da, dışarıdan gelenlerin güçlü baskısına dayanamayarak kapı açıldı. Dışarıdakiler içeriye ancak bir metre kadar girebildiler. İçlerinden bir kız hemen kapının yanındaki tuvalete girerek kapıyı kilitledi. Nedenini sonra öğrendim. Meğer, tuvaletin lavabosuna oturup uyuyorlarmış. Oldukça bencil bir davranıştı bu. Çünkü, ihtiyaç için gelenlere kapıyı açmıyordu. En son çoçuğu sıkışan bir baba sinirinden kapıyı kırmak üzereyken, kız söylenerek kapıyı açtı. Bu arada belirtmeliyim ki, böyle bir ortamda bile hiç bir kavganın olmamasına şaşırdım. İnsanlar birbirlerine son derece anlayışlı davranıyordu. Memleketimi düşündüm, böyle bir trende ne kavgalar olurdu. Bu arada vagonun sarhoşu da boş durmadı. Bu kalabalıkta arıza çıkartıp, arka koltukdaki üç genci bağıra çağıra azarlayarak koltuklarından kaldırdı ve hemen oraya yatıp sızdı. Gençler, sarhoşa gülüp geçerek yanından uzaklaştılar. Trende ayaktaki yolculuğumun on üçüncü saatinde direncimi yitirip önümde üst üste yığılı köylü göçmenlerin üzerine düştüm. Alttan hiç ses çıkmadı. Bir müddet beraber öyle kaldık. Zaten zayıf ve ufak tefek olan bu insanlara daha fazla yük olmamak için kısa sürede toparlanıp yeniden ayağa kalktım. Yolculuğumuzun on dördüncü saatinde Pekin’i gördüğümde gerçekten çok sevinmiştim. Vagonun arızalı karakteri bay sarhoş ayılmıştı, aşağı inmek için yine önümden geçti ama bu sefer “zoriy” demedi.
Seksi hızlı tren

Çin’deki bir başka ilginç tren yolculuğumuz “seksi hızlı trenle” oldu. Hızlı trenin Pekin’in güneyindeki istasyonu ise gördüğüm birçok havaalanından daha büyük ve moderndir. Şimdilik sadece Tianjin’e seferi olan tren son derece rahat ve sarsıntısız. Tren hareket ettikten kısa bir süre sonra, kapının üzerindeki dijital ekran trenin hızının saatte 280 km.ye çıktığını gösterdi. En yüksek hızın bu olduğunu düşünürken ekran 298 km.yi ve kısa bir süre sonra da 318 km.yi gösterdi. Biz hızın daha ne kadar yükseleceğini merakla beklerken dijital ekran seksi bir sayıda sabitlendi: 333. Mankenlerimiz fotoğraf çektirirken, dudaklarının daha seksi çıkması için söyledikleri 333 sayısının hızlı trenimizin en yüksek hızı olması hoş bir sürprizdi. Tren Tiyanjin’de durduğunda yanımdaki genç kronometresini çıkarıp düğmesine bastı: 29 dakika 16 saniye. Yani, trenimiz İstanbul Ankara mesafesini bir buçuk saatte alabilecek kadar seksi bir hıza sahipti.
İstasyon sahneleri
Çin’deki tren yolculuklarım, beni hep çocukluğumdaki kara trenlerde yaptığım yolculuklara götürmüştür. Keyiflidir ve bir uçak ya da otobüste izleyemeyeceğiniz kadar insanı izlersiniz. Onlar üzerinde yorumlar yaparsınız. Bu yorumlar sizi bambaşka dünyalara taşır. Metin Erksan’ın tren yolculuğuna dair çektiği 1973 yapımı “Müthiş Bir Tren” adlı filmini anımsarım. Sıkıcı başlangıcı olan bir filmdir, ama bir süre sonra yolculuğun içine çeker sizi. Ya Agatha Christie’nin romanından uyarlanan “Şark Ekspresi’nde Cinayet”. Konusu cinayet gibi görünürse de, sizi yolcuların karakterleri üzerinde gözlem yapmaya iter ve cinayet eylemini ikinci plana atar. Tren yolculuklarında insanlar birbirlerine çok yakındır. Beraber yatıp beraber kalkacak kadar yakın, istasyona vardığınızda bir “hoşçakal” demiyecek kadar da uzaksınızdır. Tren, sizi bilmediğiniz bir istasyondan, yabancı olduğunuz bir dekorun içine ittiğinde, yabancı rolünü oynadığınız bir oyuna da başlamış olursunuz.